Hem küresel düzen, hem içinde yaşadığımız bölge hem de ülkemiz yeni çalkantıların, dönüşümlerin eşiğinde. Ve tam böylesi bir dönemde ülkemizdeki ekonomik, güvenlik ve siyasi istikrar çatırdama işaretleri veriyor. Oysa bugün güçlü, akıllı ve gelecek öngörüsü sağlam bir yönetime ihtiyacımız var.
“2023 vizyonu” bayrağını devralacak, daha yükseklere taşıyacak, kutuplaşmayı azaltarak toplumun tüm kesimlerince benimsenecek, ülkeyi yeniden ortak hedeflere kilitleyecek, kökleri derinde sorunları cesaretle çözmeye başlayacak ve uluslararası oyunu bihakkin oynayacak bir yönetime.
Küreselleşme rüzgarları eskisi kadar güçlü esmiyor. Ekonomik milliyetçilik, bölgeselleşme daha baskın. Rekabet üstünlüğü Doğu’ya kayıyor. Jeopolitik gerginliklerin çatışmaya dönme riski giderek yükseliyor. Genç işsizler ordusunun safları giderek genişliyor. Sosyal gerilimler, ırkçılık, aşırı sağ özellikle Batı’da tırmanışta. Katliamların ardı arkası kesilmiyor. Silahlanmaya daha fazla para ayrılıyor. Eğitimde, teknolojide, finans düzeninde, enerjide oyun süratle değişiyor. Oyuncu ve oyun kuralları da öyle.
Öyle görünüyor ki Başkan Obama döneminde ABD, süpergüçlük görevinden istifa etmiş gibi. Ortadoğu, Körfez, Avrupa, Akdeniz ve eski Sovyet coğrafyasında aktif rol oynamaya, askeri gücü ile müdahale etmeye pek istekli değil. Yeni kayagazı ve petrol kaynakları sayesinde enerjide kendi kendisine yeterliliğe ulaşma noktasında. Bir yandan daha fazla ıce kapanıyor, bir yandan da kendisi açısından yaşamsal menfaatlerin bulunduğu Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaşmaya çalışıyor.
İran ile barış çubuğu tüttürmeye başladı. 15 Temmuz’a kadar yaptırımların kaldırılması ya da daha da hafifletilmesi bekleniyor. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Afganistan’dan da bu yıl sonuna kadar çıkacak. Geride köktendincilerin dolduracağı ciddi bir boşluk bırakarak. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin İran ile ilgili kaygılarını pek kafaya takmıyor.
Rusya’nın Kırım’ı işgaline aynen 2008’de Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Ossetya’sının ilhakında olduğu gibi sözlü tepkinin dışında pek müdahale etmeyeceğini gösterdi. Putin, Doğu Ukrayna’ya yürürse Batı’nın nasıl tepki koyacağı bilinmiyor.
Enerjide ikame etmesi güç bir göbek bağı ile bağlandığımız Rusya, realpolitik pazularını şişiriyor. Kırım’dan sonra sadece Doğu Ukrayna’yı değil yoğun etnik Rus nüfusun yaşadığı Orta Asya ve Baltık ülkelerini de tehdit ediyor. Avrasya Birliği yaratma peşinde. Binlerce km sınır paylaştığı ve nüfusunun yüzde 40’a yakını etnik Rus olan Kazakistan, daha yeni Sovyet boyunduruğundan kurtulmuş Baltık ülkeleri, Güneydoğu Avrupa kaygılı. Çin’e karşı Japonya ile Rusya arasında yakınlaşma başladı. Hindistan da zaten “yeni süpergücü” çevreleme stratejisinin önemli bir ayağı haline geldi.
Avrupa Birliği, her biri farklı gelişmişlik düzeyinde, farklı stratejik menfaatler peşinde 28 üyesi ile hantallaştığı, etkin çalışma mekanizmaları kuramadığı için uluslararası düzende hala “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak anılmaya devam ediyor. Rekabet gücü süratle aşınıyor, nüfusu yaşlanıyor. Gelecek vizyonu kağıt üzerinde. 2010 Lizbon Rekabet Hedefleri tutmadı; 20-20-20 Enerji Stratejik Öncelikleri de iyi gitmiyor.
Çin artık ucuz emeğe dayalı “dünya’nın fabrikası” olmaktan çıkma yolunda. Hem emek kalitesi artıyor, pahalanıyor, hem de GSMH’nin yüzde 2’sı bilim ve teknoloji araştırmalarına tahsis edilerek inovasyon tahrik ediliyor, üretimde üst kümeye doğru yürünüyor. Uzay teknolojisinde ABD ile kaşık yarıştırma aşamasına ulaşıyor.
Vizyon gereği
Böyle bir dünyada son bir yıla kadar bölgesinin ve yükselen ekonomilerin yıldızı olarak gösterilen Türkiye’ye ne olduysa oldu kendisini krizin tam ortasında bulundu. İşbaşındaki hükümet, özellikle rüşvet, yolsuzluk suçlamaları ve otoriter eğilimleri nedeniyle ciddi itibar ve güvenirlik kaybına uğradı.
Dış dünya’ya enerji, finans, ticaret, yatırım, turizm ve teknoloji için göbeğinden bağlı bir ekonominin böylesine çalkantılı bir coğrafyada içe kapanıp, demokratik itibarını zedeleyip, rüşvet ve yolsuzlukların üzerini örtüp, hukuk hakimiyetini aşındırıp ayakta kalması mümkün değil.
Körfez Bölgesi’ndeki düne kadar Başbakan’ı basının üstünde tutan Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, neredeyse tüm müttefiklerimizi küstürdük. Onlara rest çektik. Bir tek Katar kaldı telefonlarımıza çıkan.
“Müslüman Kardeşler” sözü bile tüylerini diken diken eden bu ülkelerden kimisi, sessiz sedasız büyükelçisini geri çekti. Kimisi ekonomik ve ticari ilişkileri azalttı ya da askıya aldı. Suriye’ye demokrasi getirelim derken, tarihimiz boyunca karşılaştığımız en vahim terörist sızma tehdidi ile karşı karşıyayız. Dünya’nın neredeyse tüm istihbarat örgütleri sınırımızda cirit atıyor.
30 Nisan’daki seçimleri de kazanma şansı yüksek Irak Başbakanı Al Maliki ile de düşmanız. Hakkında tutuklanma kararı çıkartılmış baş rakibine sığınma hakkı verdik. Irak Kürdistan‘ı ile Bağdat arasındaki uyuşmazlıkta taraf olduk. Ne Şiilere, ne Sünnilere, ne Kürtlere ne de Türkmenlere yaranabiliyoruz.
İran son birkaç ayda bizden bile daha sıcak ilişkiler ağı kurmayı becerdi. Batı ile yeniden angajmanın temel taşlarını döşüyor. Önümüzdeki 10 yılda sadece enerji sektöründe 400 milyar dolar uluslararası yatırım bekliyor. Bölgedeki ana “oyun değiştirici” olacak.
Hazar ve Karadeniz’deki başarılı ve güçlü duruşumuz sırasında, Güney Osetya, Abazha ve Kırım, Rusya’nın kontrolüne geçti. Kıbrıs’taki Washington’un Doğu Akdeniz gazi için bastırması ile yeniden başlayan sürecinin, nereye varacağını bilmiyoruz. AB ile üyelik müzakereleri ertelendikçe erteleniyor; kimse çıkıp “bu süreci rafa kaldıralım yeni bir başlangıç yapalım” demeye cesaret edemiyor.
Bu itibarla, geçmiş on yılı aşkın deneyimin üzerine inşa edecek, ondan dersler çıkartacak yeni bir vizyona, yeni bir ekibe ve yeni bir atılıma ihtiyaç var .
Bugün vizyon herkesin ağzında pelesenk olmuş durumda. Hemen her şirketin, mutlaka üçer cümlelik misyon ve vizyon tanımları var. Son dönemde AKP hükümeti de böyle bir vizyonu hem seçim kampanyasında hem de icraatında ortaya koydu. Kentler, şirketler, askerler, sektörler 2023 vizyonlarını hazırlıyorlar harıl harıl. Bireyler de bundan geri kalmıyor.
Bizim kastettiğimiz, masa başında hazırlanmış, rakamların uzatılması, matematiksel genleştirilmesi ile zenginleştirilmiş, bol vaatler sunan bir vizyon değil. Bunlar, tartışmalara birkaç ay esas teşkil eder ve sonra başka bir vesileyle yeniden hatırlanana kadar tozlu raflara kaldırılır.
Geleceğimizin patronu olabilmek için değerler, toplum ve teknolojideki değişimleri anlayabilmemiz, karşımızda duran küresel meydan okumaları, jeopolitik, ekonomik ve çevresel ikilemleri çözümleyecek şekilde kendimizi donatmamız, kapasitemizi güçlendirmemiz gerekiyor.
Bize canlı, her gün yaşayacak, içimizdeki umutları yeşertecek, gerçekçi ama biraz da hayal aleminin çeperlerini zorlayan uygulanabilir, paydaşlarca sahiplenilmiş bir vizyon lazım. Bu ülkedeki en çok şikayet ettiğimiz şey, sorunlara teşhisi koymada, onları dillendirmedeki başarıyı ne yazık ki icraatta gösterememek. Çok konuşup az yapıyoruz. Yapılanı orantısız abartıyoruz.
Hepimizin bir çipaya ihtiyacı var. Kendimizi bağlayacağımız hedeflere, değerlere, takvime, disipline ihtiyacımız var. Bize istikamet duygusu verecek, yol aldıkça gözden geçirip güncelleştireceğimiz, boşa kürek çekmediğimizi hissettirecek bir yol haritasına, vizyona.
Ortaya konulacak vizyonun icraatını kimler, nasıl yapacaklar, sonuçlar ölçülecek mi, toplumun geniş katmanları, beyin sermayesi, mavi yakalılar ve uluslararası camia vizyonun icraata dönüştürülmesinde nasıl roller üstlenecekler, kimler sürükleyecek bu vizyonu?
Ülkemiz açısından bakarsak aslında geleceğe umut ve heyecanla bakılması, büyük iddia ve hayallerin gerçekleştirebilmesi için yeterli irade, kaynak ve potansiyel mevcut. Kişi başına gelirimiz son ekonomik bunalımdan sonra hayli geriledi; ancak yine de satın alma gücü paritesine göre GSMH toplamı sıralamasında ilk on altı ülke arasındayız dünyada. Üstelik kayıt dışı ekonomi bu hesaba dahil değil. Muazzam altyapı projeleri başlattık.
Ekilebilir arazi büyüklüğü bakımından, dünyanın 10’uncu ülkesiyiz Toplam nüfus açısından ise dünya 17incisi Şimdilik Batı’yı telaşlandıran “yaşlanan nüfus” korkusu henüz bize sirayet etmedi 1990 ile 2030 arası dönemde OECD nüfusu içinde yaşlıların oranı neredeyse iki kat artarak yüzde 13’den yüzde 22,5’a yükselecek.
Avrupa’nın iyi yetişmiş genç emek ve beyin gücü Türkiye kaynaklı olabilir Daha da iyisi, Avrupa’nın en iyi beyinlerini ülkemize çekebiliriz. İnsanları İstanbul’a çekmek için artık bileklerini bükmemiz gerekmiyor.
Kağıt üzerinde etkileyici gözüken bu verilere bir de Türkiye’nin jeostratejik önemi, imparatorluk mirasını, yüzyıllara dayanan kurumlarını, muhteşem doğasını, turizm varlıklarını, imbikten süzülmüş geleneklerini, birbirine geçmiş onca değişik kültürlerini, Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu, Akdeniz’i ve Kafkasya’yı birleştiren anahtar ülke konumunu, NATO’nun ikinci büyük ordusunu, elindeki su rezervlerini, dinamik müteşebbislerini, Doğu-Batı Avrasya enerji koridoru özelliğini ekleyin.
Görünen manzara, yine kağıt üzerinde, tüm temel unsurları sağlam görünen, “geleceği parlak” bir Türkiye.
Başlangıçta kökten değişim rüzgarının tepeden inme getirilmesi zorunluluk arz edebilir Zira, her konuda bıçakla kesilmiş karpuz gibi taraf olmaya hazır insanların dünyasında değişimden yana icraat yapabilmek hem cesur olmayı, hem risk almayı gerektiriyor Hem de ülkenin toplumsal dokusunu, özlem ve saplantılarını iyi okumayı.
Kurumların henüz yerli yerine oturup belli bir düzeni idame ettiremediği bizimki gibi toplumlarda lokomotif rol üstlenecek liderler kritik öneme sahiptirler. Onlar, şayet iyi teçhiz edilmişlerse, çevrelerinde kendini ideallere adamış ehil kadrolar oluşturabilirlerse, demokratik mekanizmaları sonuna kadar kullanıp toplumlarını şevklendirip belli hedefler istikametinde daha yukarılara doğru sürükleyebilirler. Otoriter yönetime dönüşme riskini de göz ardı etmeden.
Biz 200 kusurluk uluslararası toplumun sıradan bir üyesi değiliz. Dünyanın en değerli gayrimenkulünün üzerinde oturuyoruz. Küresel düzen hakimiyeti iddiasını taşımış bir imparatorluğun mirasçıları olarak yeni ortaya çıkacak düzende hatırı sayılır bir bölgesel güç olarak sivrilmemiz kaçınılmaz.
Şu ya da bu şekilde genlerimize sinmiştir bölgesel güç DNA’sı. Ne kadar beceriksiz davransak ne kadar çapsız hareket etsek de coğrafyamız, kültürümüz, geçmişimiz ve bugünün reel politiği bizi zarların yeniden atıldığı bu dönemde Akdenizli, Karadenizli, Balkan, Ortadoğu ve Kafkas bölgesel gücü olarak öne sürecek.
Vizyonu icraata dönüştürmede şunu çok iyi anlamamız lazım: ekonomik temelli bir gelişme, onu destekleyen kültürel ve sanatsal derinlik olmadan gerçekleşemez. Dünya’nın en güçlü, en gelişmiş, en rekabet edebilir, en en en ülkelerinden birisi olmamız gerekmiyor.
“Mutluluk endeksi”ndeki yeri yüksek, insanların geleceğe umutla baktığı, dengeli gelişme iradesinin bütün toplum tarafından solunduğu medeni bir toplum olabilmek, insanlarımızı barış içinde yaşatmak en büyük başarı olacaktır.
Unutmayalım ki, Atatürk zamanının tüm olumsuz koşullarına ve yetersizliklerine karşın 1923-1938 zaman diliminde, yani sadece 15 yılda, Osmanlı’nın küllerinden dipdiri bir Cumhuriyet kurmayı başarmıştı. Düşünürseniz bu sürat ve bilgi çağında neler yapılabileceğini ve yapamadığımızı.
Günahıyla sevabıyla mevcut hükümet – son döneminde ciddi tıkanıklar yarattıysa da – ilk iki dönemde köklü dönüşümler gerçekleştirdi. Şimdi yeni bir dönüşüm, yenilenme zamanı. Aslında önümüzdeki sekiz yıla yayılacak genç, ehil, dünyayı tanıyan ve dürüst kadroları icranın direksiyonuna getirecek yenilikçi bir iktidar dönemi Türkiye’nin çehresini değiştirecek nitelikte köklü başarılara imza atılması için yeterli bir süredir
Aksi taktirde, başkalarının kaleme aldığı senaryolarda, çoğu zaman gizli gündemin farkına bile varmadan, figüran olarak oynamaya mahkum oluruz. “Yol Haritamız”ı da başka yerlerde çizerler.