Geçenlerde çok sevdiğim bir dostum okuduğu bir kitapta kirpi mesafesi denilen bir yaklaşımdan bahsetti. Onu dinlerken insan ilişkilerindeki birçok sorunun aslında bu kirpi mesafesi denilen yaklaşımın uygulanmamasından kaynaklandığını ve hayvanlar bunu keşfetmişken birçok kişinin sırf bu mesafeyi koruyamadığı için ilişkilerinde gereksizce üzüldüğünü ve hayal kırıklığına uğradığını düşündüm. Kirpi Mesafesi yaklaşımının hikayesi şu; kirpilerin derilerinin tamamını kaplayan dikenleri onları soğuktan korumaya yetmez ve aksine donarak onları öldürebilirmiş. Bu nedenle kirpiler soğuk havada ısınmak için dikenleri birbirlerine batmayacak mesafeye kadar yaklaşır ve bu şekilde durarak birbirlerine fayda sağlarlarmış. Ne dikenleri birbirlerine batacak kadar yakın ne de üşüyecek kadar uzakta durmayı deneye deneye öğrenebilmiş kirpiler.
Günümüzün hiç de azımsanmayacak en önemli sorunlarından biri ilişki yönetiminde başarılı olamamak. İletişim problemlerinin çoğunluğu da özünde bu mesafeyi yeterince koruyamamaktan kaynaklanıyor. Fazla ödün vermek, verilenin karşılığını alamamak ya da olması gereken yerde ve zamanda olamamak, yani mesafeyi doğru ayarlamamak çok sık duyulan serzenişler. İnsanlar ya beklediklerini alamamaktan ya da fazla fedakâr olmaktan şikayetçi. İnsan evladı kirpiler gibi hangi mesafede durması gerektiğini bilseydi, birçok ilişki sorunu ortadan kalkabilirdi. Ya had bilmeden sınırları aşmak ya da güvensizlik ön yargısıyla fazla uzak olmak arasında bir yerlerde, ne yapacağını bilemeden arafta geçiyor birçok ömür.
Evli veya sevgili olan çiftler özgür alanlarının kısıtlanmasından ya da taraflardan birinin aşırı ilgisizliğinden, gençler ebeveynlerinin hayatlarına aşırı müdahalesinden, iş dünyası özel hayata saygısızlıktan, yöneticiler ekiplerindeki iyi niyetin suiistimal edilmesinden memnun değil. Hepsinin özünde sınır koyamama veya sınır ihlali yatıyor bir nevi. Özellikle bizim gibi duygusal ve bireyselleşmeyi henüz tam olarak benimseyememiş toplumlarda bu sınır problemi çok daha belirgin. En çok da beklentilerini veya ihtiyaçlarını doğrudan ifade etmektense kinayeli cümlelerle iletme alışkanlığı iletişim dilimiz haline geldi. Örneğin “Sana ihtiyacım vardı.“ yerine “İhtiyacım olduğunda yoktun.“ demeyi, “Beni sevdiğini duymaya ihtiyacım var.“ yerine “Beni sevdiğini hiç söylemiyorsun” demeye yeğliyoruz. Hatta yeğlemek de değil, söyleyemiyoruz. Hâl böyle olunca da hırçınlıklar, anlamsız kıskançlıklar, uzaklaşmalar ve kopmalar kaçınılmaz oluyor.
Sınırlara saygılı olup bir taraftan da birbirlerine ne zarar verecek kadar iç içe ne de ihtiyaca cevap veremeyecek kadar uzak olunabilse birçok ilişki daha huzurlu olacak gibi görünüyor.
Keşke eğitim müfredatlarında İlişki Yönetimi ve Sınırlar adı altında dersler verilse de geleceğin yetişkinleri bu sorunları tecrübe ederek değil, tecrübenin aktarımıyla öğrenseler. Cinsel istismar konusunda bilinçlendirmeye çalıştığımız gibi özel yaşam istismarı konusunda da mesafe almaya gayretli olsak keşke.
Bağlı olmakla bağımlı olmak, ait olmakla birlikte olmak, kıskanmakla kısıtlamak, korumaya çalışmakla yasaklar koymak arasındaki farkların ayırt edilmeye ihtiyacı var. Hayat koşulları yeterince zorken ve giderek zorlaşırken, bireylerin iş çevresi, özel ve sosyal çevre fark etmeksizin bu basit denklemi kurabilmeleri en önemli amaçlardan biri olmalı.
Kirpilerin yapabildiğini insanlar da ilişkilerinde uygulayabilse, kirpi mesafesi gibi ne canını acıtacak kadar iç içe ne de olması gerekenden daha mesafeli durmayı becerebilse çok daha kaliteli ve uzun ilişkiler yaşamaz mıyız?