Şu son yaşadığımız olayları düşündüğümüzde aslında tek iyi şey bize neler öğrettiği olacaktır her halde. 2020‘ye girdiğimiz ilk günlerden itibaren depremler, çığ felaketi, kayıp verdiğimiz şehitlerimiz, havalimanındaki facia ve İstanbul depreminin 20 yıl sonra tekrar kendini hatırlatması-hoş hiç unutmamalıydık. Son olarak korona virüsü salgınını yaşadığımız şu son günlerde tüm dünyanın gündemi de dengesi de bir anda değişiverdi.
Bilimsel açıklamalara göre 21 gün boyunca uyguladığınız bir davranış alışkanlığa dönüşebiliyor. Ama gördük ki insanın öncelikleri değişince alışkanlıkları da, davranışları da, bakış açısı da bir anda değişebiliyormuş. Düne kadar tamah etmediğimiz konular şimdilerde topyekûn değişiverdi. Elbet insan evladı bu olaylarla da başa çıkabilecek ve bu günler umarım ki bir an önce geçecektir. Önemli olan ise bundan sonrası. Bundan sonra, herkesin elinde var olanın daha fazla değerini bilmesi ve hayat mücadelesinin içine hayat sevincini de hayata dair tutkusunu da artırmak için kendini yenilemesi, daha doğrusu önce silkelenmesi gerekir. Bu yaşadığımız olaylar bize biraz da şunları öğretmedi mi?
-Sağlığın her şeyin başı olduğunu,
-Şükretmemiz gereken ne kadar çok şey olduğunu,
-Bilimin ne kadar önemli olduğunu,
-Gençliğin ne büyük bir ayrıcalık olduğunu,
-Bilginin önemini,
-Dünyanın fani olduğunu,
-İnsan evladının ne kadar çaresiz olabileceğini,
-Ailemizin ve sevdiklerimizin kıymetini,
-Teknolojinin ne büyük nimet olduğunu,
-Kolektif bilincin öneminin bireysel bilinçten üstün olduğunu öğrenmiş olmadık mı?
Doyumsuzluk ve tatminsizlik gibi nedeni çoğu zaman sağlam bir temel dayanmayan duygu durumlarından şimdilerde bambaşka mücadelelerin içinde buluverdik kendimizi. Öncelik olarak gördüğümüz şeylerin değişmesi ile algımız da bir anda değişti. Bu olaylar olana kadar birçoğumuz tükenmişlik sendromuydu, pazartesi sendromuydu bir sürü saçma sapan konuyu dert edinirken biraz fazla şımarmamış mıydık?
Doğada birçok gizli mesaj vardır aslında. Yorumlamayı doğru yapabilirsek doğanın bize fısıldadığını duyabiliriz. Buna dair bir örnek paylaşmak isterim sizlerle. Istakozlar denizlerde ve okyanuslarda yaşayan en enteresan deniz canlılarından biridir. Çok uzun süre yaşayabilirler ve yaşadıkları sürece büyümeye devam edip devasa boyutlara ulaşabilirler. Sizce ıstakozların genç ve diri kalmasının sırrı ne olabilir?
Istakozlar özünde yumuşak ve pelte kıvamında bir vücuda sahiptirler. Bu halleri ile kırılması son derece zor olan ve hiç genişlemeyen kabuklarının içinde yaşarlar. Bu sert kabuğun içinde nasıl büyürler sorusunun cevabını bulmak için ıstakozun gizemli dünyasını aralamak gerekiyor.
Istakoz büyümeye devam ettiği zaman içinde yaşadığı kabuğu dar gelmeye ve ıstakozu sıkmaya başlar. Bu aşamada kendini yoğun baskı ve stres altında hisseden ıstakoz bir kaya dibine çekilerek kabuğunu kırmak için amansız bir mücadele verir. Uzun çabalar sonrası kabuğunu kırar ve bir süre sonra yeni büyük kabuğu oluşur. Doğal olarak büyümeye ve gelişmeye devam eden ıstakozun yeni kabuğu da bir süre sonra dar gelmeye ve ıstakozu tekrar strese sokmaya başlar. Istakoz yine bir kaya dibi bularak zor da olsa kabuğunu kırarak içinden çıkar ve yeni bir kabuk daha oluşur. Istakoz hayatta kaldığı süre boyunca bu durum tekrar tekrar yaşanır. Istakozun yenilenmesi, gelişimi kendini rahatsız ve stres altında hissetmesiyle başlar. Ve değişim bu noktalarda devam eder. Istakozun gelişmesi için gereken tek uyaran kabuğun daralması ile gelen rahatsızlık hissidir. Istakozun yaşam serüvenindeki kıssadan hisse; sıkıntı ve stres anları gelişime yönelik bir uyarandır.
Bu yaşananlara rağmen pembe bir tablo çizme ya da kişisel gelişimcilerin de önerdiği gibi her şeye pozitif tarafından bakalım deme gibi bir görüşü savunmuyorum. Demek istediğim şu ki; stresli durumlar bazen gelişimin veya yeni oluşumun uyarıcısı olabilir. İnsan evladı da umarım tüm bu yaşananlardan sonra öncelikle önem vermesi gereken konuları daha doğru sıralayabilir ve yaşam dengesini daha akılcı parametreler üzerine kurgular. Ve tüm bu yaşananlardan sonra dünya aslında bir anda her şeyimizin tehdit altında olduğu gerçeğinden uzaklaşmadan daha barışçıl, daha uzlaşmacı ve daha bilinçli olarak yaşamdan tat alabilmenin yollarını bulabilmeli.
Tıpkı Ataol Behramoğlu’nun seksen yıl öncesinden söylediği gibi “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varÇünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandırVe hayat, sunulmuş bir armağandır insana” SevgilerimleDidem Tınarlıoğlu