Murat Günak
Konuşmacının yayınını incelemek için tıklayınız.
Konuşmacının yayınını incelemek için tıklayınız.
Otur Anla Rahatla Kitabı
Kafası başka yerlerde çalışanlar için test kitabıdır (çatlak ampulle aydınlananlar için de etkilidir).
Bu kitabı alıp iyi şeyler dileyin. Çünkü bu da kendi çapında bir Ha Secret kitabıdır, dört yılı nasıl geçirdiğinizi anlayın. Dizinizi dövmek yerine bazen gülümseyerek bazen de yumruk yemiş gibi soruları yanıtlayın. Bu da sizin hayat yerleştirme sınavınız olacaktır.
AKP iktidarının son dört yılı herkes için baş döndürücü oldu. Toplum dinle yoğrulurken biz yeniden şekillendirilirken sessiz kaldık. Balık hafızalı olduğumuz ve her şeyi de kolay unuttuğumuz için bize dayattıklarını kolayca kabul ettirdiler. Hiç sesimizi çıkarmadık.
Tepkilerimiz de tuhaflaştı. Hak aramak için sadece kolalı içecek içip reklam filmindeki mankenle öpüşemediğimiz için tüketici kurumuna şikâyete gittik. Dizi karakterleriyle özdeşleştik, askerin başına geçirilen çuvalın öcünü sinema filmiyle aldığımıza inandırdılar bizi. Öyle garip bir illüzyon sardı ki her yanımızı, kimin poposunu görmek istersiniz anketine 47 bin yurdum evladı ciddi ciddi oy kullandı. Şişme bebekle ilişki zina olur mu diye soran Ramazan tartışmamız New York Times’a konu olurken, duayla kuraklık çözümü bulmaya, aklı bir yana bırakıp sınav öncesi türbe duvarlarına istediğimiz bölüm adı yazmaya başladık.
İşte böyle bir ortamda unutma, unutturma diye tüm balık hafızalılar için aklımızın en iyi çalıştığı atasözlerine geçmiş bir mekânı da anımsatan bu kitabı hazırladık.
Haydi bakalım, hayat bir sınav, şokunu çıkarmadan son dört yılda neler olduğu soruları karşınıza gelsin. Allah zihin açıklığı versin.
Bu kitabı tersten de okuyabilirsiniz. (Bu öneri sağdan sola biçiminde kullanılmamıştır.)
Yapay tatlandırıcı içermez. Hiçbir domuza yağ yakmadığından domuz yağı da yoktur.
Başbakanın sayın danışmanları bu bir gülmece kitabıdır lütfen dava açmayınız.
“Yes yerine orrayt demek caiz midir?” tablet 1 mg (tansiyon düşürücü, gülümsetmeli Metin Uca konsantresi)
Formülü
Her bir “yes yerine orrayt demek caiz midir?” Türkiye halleri tableti, bir nebze eleştiri, bir çimdik hiciv, bir hayli politik güldürüden oluşur. Üründe domuz yağı, yalar madde ve yapay tatlandırıcı yoktur. Domuzlar üzerinde etkin olamayan gülmece ağırlıklı konsantredir.
Endikasyonları ve kullanıldığı yerler
Sol vertüküler yapılanmada ve sol duruşta ilgili bozukluklarda, hızla bölünen sosyal demokrat unsurları bir araya toplamada, aklın kullanımı ve yüzün gülmesinde etkendir.
Espri seviyesini normal düzeye çekerek gülmece duygusuyla rahatlama sağlar. İktidarın yaptıklarına katlanma gücü verir.
Belirlenen yan etki yoktur gebe ve emzirmeli kadınlarda,14 yaşından büyük çocuklarda rahatlıkla kullanılabilir. Ekonomik güçlükler nedeniyle arkadaş sırtından ya da çalınarak okuma girişimlerinin sonuçları test aşamasındadır.
Saklama koşulları
Oda ısısına da dış ortamlara da kolaylıkla uyum sağlar. Lütfen çalkalamayınız. Sağdan sola doğru geriden okumak isteyenler için geriden takdim şekli yoktur ve aranmamalıdır.
Nobel’e aday değildir. Helaldir.
(Arka Kapak’tan)
“Beni ressam yapmadınız, başınıza neler geldi. Bırakın yazsın arkadaş!”
Adolf Hitler
“Daha önce yazdı da okumadık mı desem, kötü kelime oyunu olur. Okumakla gözüm aşınmadı.”
Süleyman Demirel
“Bak yine haddini aşmış. Bu yüzden AB’ye tarif vermezlerse, sorarım ben bu Metin’e!”
Bushbakan RTE
“Bu kitap benim için e=mn2’nin yarısı.”
Albert Einstein
“Yazılanlar bana biraz hizipçi geldi.”
Deniz Baykal
“Zekâma en uygun kitaptı.”
George W. Bush
“Metin Uca da bizim kedimizdir. Ben bitirmeden kimse kitabı bitiremez.”
İbrahim Tatlıses
Çok önemli not: Bu kitaptan alıp yedi arkadaşına armağan edenin bütün işleri açıldı. Ama almayıp burun kıvıranın da başına gelmedik kalmadı! Bizden söylemesi!
Meral Erbil “Kuşdili Bilen Şehzade” kitabıyla çocuklara sesleniyor. Bu kitapta, küçük bir şehzadenin kuşlarla olan yakın ilişkisi konu ediniyor. Yazar, kitap girişinde romanı şöyle özetliyor:
“Zaman zaman içinde, ülkelerden birinde bir padişah yaşarmış karısı ve şehzadesiyle. Şehzade daha küçükmüş de, kuşları pek sever, onlarla pek anlaşırmış nedense. Bir gün bile onlarsız olamaz, üstelik onları kafese bile koymazmış. Neredeyse kuş kadar elleriyle kuşları tutar, sever, okşar, o küçücük dudaklarıyla gagalarına öpücükler kondururmuş.
Bir gün padişahın karısı, şehzadenin anası, veda etmiş bu dünyaya. Şehzade yine kuşlarıyla el sallamış anasına, kuşlarla katlanmış bu acıya. Ama çok zaman geçmemiş, baba padişah, başka bir kadınla dünya evine girmiş. Kadın önceleri küçük şehzadeyi pek önemsememiş, onunla ilgilenmemiş. Ama giderek bu uçan yaratıklarla samimiyeti onu sinirlendirmiş. Hele bir gün, iki kuşun karşılarına geçip bıcır bıcır konuşmaları, dayanma gücünü tüketmiş.”
On altı yaşındaki bir Nilüfer’in ve yakın çevresinin 1951 yılındaki yaşamından bir bölümü aktarıyor Nilüfer Diye Bir Kız. Nilüfer’in ailesi mübadeleyle gelmiştir Girit’ten. Köklerini uzaklarda bırakan insanlar günün koşullarına göre düzen kurmaya çalışmaktadır. Genç bir adam için babasını terk ederek ölümüne yol açan annesine öfke duymaktadır Nilüfer. Amcasının evinde yaşamakta, ancak geleceğe dair umutlarını korumaya çalışmaktadır.
Geleceğimiz Asya’da mı?, Kalkınma İçin Kaliteli Yabancı Yatırım, Yeni Ekonomik Süper Güç Çin ve Türkiye, Yeni Bir Ekonomik ve Ticari Diplomasi Stratejisine Doğru, Küresel Göçebe, Enerjide Oyun Değiştiriciler, 2023 Türkiye Yol Haritası gibi alanında öncü eserlerin yazarı Mehmet Öğütçü bu defa geleceğimizi temelden etkileyecek yeni “Büyük Oyun”un şifrelerini gözler önüne seriyor.
Öğütçü, enerji, yatırım ve jeopolitikada yalnızca olup biteni tahlil edip gelecek beklentilerini sunmakla yetinmiyor; aynı zamanda bu yeni oyunun “taşeronu” değil etkili bir “kurucusu” olabilmemiz için neler yapılması gerektiğini de anlatıyor. Hem on yılların deneyim, izlenim ve birikimini hem de oyun kurucularla birebir etkileşim ve konuşmalarını kitabın satırları arasına yansıtıyor.
Hem küresel düzen, hem içinde yaşadığımız bölge hem de ülkemiz yeni çalkantıların, dönüşümlerin eşiğinde. Ve tam böylesi bir dönemde ülkemizdeki ekonomik, güvenlik ve siyasi istikrar çatırdama işaretleri veriyor. Oysa bugün güçlü, akıllı ve gelecek öngörüsü sağlam bir yönetime ihtiyacımız var.
“2023 vizyonu” bayrağını devralacak, daha yükseklere taşıyacak, kutuplaşmayı azaltarak toplumun tüm kesimlerince benimsenecek, ülkeyi yeniden ortak hedeflere kilitleyecek, kökleri derinde sorunları cesaretle çözmeye başlayacak ve uluslararası oyunu bihakkin oynayacak bir yönetime.
Küreselleşme rüzgarları eskisi kadar güçlü esmiyor. Ekonomik milliyetçilik, bölgeselleşme daha baskın. Rekabet üstünlüğü Doğu’ya kayıyor. Jeopolitik gerginliklerin çatışmaya dönme riski giderek yükseliyor. Genç işsizler ordusunun safları giderek genişliyor. Sosyal gerilimler, ırkçılık, aşırı sağ özellikle Batı’da tırmanışta. Katliamların ardı arkası kesilmiyor. Silahlanmaya daha fazla para ayrılıyor. Eğitimde, teknolojide, finans düzeninde, enerjide oyun süratle değişiyor. Oyuncu ve oyun kuralları da öyle.
Öyle görünüyor ki Başkan Obama döneminde ABD, süpergüçlük görevinden istifa etmiş gibi. Ortadoğu, Körfez, Avrupa, Akdeniz ve eski Sovyet coğrafyasında aktif rol oynamaya, askeri gücü ile müdahale etmeye pek istekli değil. Yeni kayagazı ve petrol kaynakları sayesinde enerjide kendi kendisine yeterliliğe ulaşma noktasında. Bir yandan daha fazla ıce kapanıyor, bir yandan da kendisi açısından yaşamsal menfaatlerin bulunduğu Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaşmaya çalışıyor.
İran ile barış çubuğu tüttürmeye başladı. 15 Temmuz’a kadar yaptırımların kaldırılması ya da daha da hafifletilmesi bekleniyor. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Afganistan’dan da bu yıl sonuna kadar çıkacak. Geride köktendincilerin dolduracağı ciddi bir boşluk bırakarak. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin İran ile ilgili kaygılarını pek kafaya takmıyor.
Rusya’nın Kırım’ı işgaline aynen 2008’de Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Ossetya’sının ilhakında olduğu gibi sözlü tepkinin dışında pek müdahale etmeyeceğini gösterdi. Putin, Doğu Ukrayna’ya yürürse Batı’nın nasıl tepki koyacağı bilinmiyor.
Enerjide ikame etmesi güç bir göbek bağı ile bağlandığımız Rusya, realpolitik pazularını şişiriyor. Kırım’dan sonra sadece Doğu Ukrayna’yı değil yoğun etnik Rus nüfusun yaşadığı Orta Asya ve Baltık ülkelerini de tehdit ediyor. Avrasya Birliği yaratma peşinde. Binlerce km sınır paylaştığı ve nüfusunun yüzde 40’a yakını etnik Rus olan Kazakistan, daha yeni Sovyet boyunduruğundan kurtulmuş Baltık ülkeleri, Güneydoğu Avrupa kaygılı. Çin’e karşı Japonya ile Rusya arasında yakınlaşma başladı. Hindistan da zaten “yeni süpergücü” çevreleme stratejisinin önemli bir ayağı haline geldi.
Avrupa Birliği, her biri farklı gelişmişlik düzeyinde, farklı stratejik menfaatler peşinde 28 üyesi ile hantallaştığı, etkin çalışma mekanizmaları kuramadığı için uluslararası düzende hala “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak anılmaya devam ediyor. Rekabet gücü süratle aşınıyor, nüfusu yaşlanıyor. Gelecek vizyonu kağıt üzerinde. 2010 Lizbon Rekabet Hedefleri tutmadı; 20-20-20 Enerji Stratejik Öncelikleri de iyi gitmiyor.
Çin artık ucuz emeğe dayalı “dünya’nın fabrikası” olmaktan çıkma yolunda. Hem emek kalitesi artıyor, pahalanıyor, hem de GSMH’nin yüzde 2’sı bilim ve teknoloji araştırmalarına tahsis edilerek inovasyon tahrik ediliyor, üretimde üst kümeye doğru yürünüyor. Uzay teknolojisinde ABD ile kaşık yarıştırma aşamasına ulaşıyor.
Vizyon gereği
Böyle bir dünyada son bir yıla kadar bölgesinin ve yükselen ekonomilerin yıldızı olarak gösterilen Türkiye’ye ne olduysa oldu kendisini krizin tam ortasında bulundu. İşbaşındaki hükümet, özellikle rüşvet, yolsuzluk suçlamaları ve otoriter eğilimleri nedeniyle ciddi itibar ve güvenirlik kaybına uğradı.
Dış dünya’ya enerji, finans, ticaret, yatırım, turizm ve teknoloji için göbeğinden bağlı bir ekonominin böylesine çalkantılı bir coğrafyada içe kapanıp, demokratik itibarını zedeleyip, rüşvet ve yolsuzlukların üzerini örtüp, hukuk hakimiyetini aşındırıp ayakta kalması mümkün değil.
Körfez Bölgesi’ndeki düne kadar Başbakan’ı basının üstünde tutan Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, neredeyse tüm müttefiklerimizi küstürdük. Onlara rest çektik. Bir tek Katar kaldı telefonlarımıza çıkan.
“Müslüman Kardeşler” sözü bile tüylerini diken diken eden bu ülkelerden kimisi, sessiz sedasız büyükelçisini geri çekti. Kimisi ekonomik ve ticari ilişkileri azalttı ya da askıya aldı. Suriye’ye demokrasi getirelim derken, tarihimiz boyunca karşılaştığımız en vahim terörist sızma tehdidi ile karşı karşıyayız. Dünya’nın neredeyse tüm istihbarat örgütleri sınırımızda cirit atıyor.
30 Nisan’daki seçimleri de kazanma şansı yüksek Irak Başbakanı Al Maliki ile de düşmanız. Hakkında tutuklanma kararı çıkartılmış baş rakibine sığınma hakkı verdik. Irak Kürdistan‘ı ile Bağdat arasındaki uyuşmazlıkta taraf olduk. Ne Şiilere, ne Sünnilere, ne Kürtlere ne de Türkmenlere yaranabiliyoruz.
İran son birkaç ayda bizden bile daha sıcak ilişkiler ağı kurmayı becerdi. Batı ile yeniden angajmanın temel taşlarını döşüyor. Önümüzdeki 10 yılda sadece enerji sektöründe 400 milyar dolar uluslararası yatırım bekliyor. Bölgedeki ana “oyun değiştirici” olacak.
Hazar ve Karadeniz’deki başarılı ve güçlü duruşumuz sırasında, Güney Osetya, Abazha ve Kırım, Rusya’nın kontrolüne geçti. Kıbrıs’taki Washington’un Doğu Akdeniz gazi için bastırması ile yeniden başlayan sürecinin, nereye varacağını bilmiyoruz. AB ile üyelik müzakereleri ertelendikçe erteleniyor; kimse çıkıp “bu süreci rafa kaldıralım yeni bir başlangıç yapalım” demeye cesaret edemiyor.
Bu itibarla, geçmiş on yılı aşkın deneyimin üzerine inşa edecek, ondan dersler çıkartacak yeni bir vizyona, yeni bir ekibe ve yeni bir atılıma ihtiyaç var .
Bugün vizyon herkesin ağzında pelesenk olmuş durumda. Hemen her şirketin, mutlaka üçer cümlelik misyon ve vizyon tanımları var. Son dönemde AKP hükümeti de böyle bir vizyonu hem seçim kampanyasında hem de icraatında ortaya koydu. Kentler, şirketler, askerler, sektörler 2023 vizyonlarını hazırlıyorlar harıl harıl. Bireyler de bundan geri kalmıyor.
Bizim kastettiğimiz, masa başında hazırlanmış, rakamların uzatılması, matematiksel genleştirilmesi ile zenginleştirilmiş, bol vaatler sunan bir vizyon değil. Bunlar, tartışmalara birkaç ay esas teşkil eder ve sonra başka bir vesileyle yeniden hatırlanana kadar tozlu raflara kaldırılır.
Geleceğimizin patronu olabilmek için değerler, toplum ve teknolojideki değişimleri anlayabilmemiz, karşımızda duran küresel meydan okumaları, jeopolitik, ekonomik ve çevresel ikilemleri çözümleyecek şekilde kendimizi donatmamız, kapasitemizi güçlendirmemiz gerekiyor.
Bize canlı, her gün yaşayacak, içimizdeki umutları yeşertecek, gerçekçi ama biraz da hayal aleminin çeperlerini zorlayan uygulanabilir, paydaşlarca sahiplenilmiş bir vizyon lazım. Bu ülkedeki en çok şikayet ettiğimiz şey, sorunlara teşhisi koymada, onları dillendirmedeki başarıyı ne yazık ki icraatta gösterememek. Çok konuşup az yapıyoruz. Yapılanı orantısız abartıyoruz.
Hepimizin bir çipaya ihtiyacı var. Kendimizi bağlayacağımız hedeflere, değerlere, takvime, disipline ihtiyacımız var. Bize istikamet duygusu verecek, yol aldıkça gözden geçirip güncelleştireceğimiz, boşa kürek çekmediğimizi hissettirecek bir yol haritasına, vizyona.
Ortaya konulacak vizyonun icraatını kimler, nasıl yapacaklar, sonuçlar ölçülecek mi, toplumun geniş katmanları, beyin sermayesi, mavi yakalılar ve uluslararası camia vizyonun icraata dönüştürülmesinde nasıl roller üstlenecekler, kimler sürükleyecek bu vizyonu?
Ülkemiz açısından bakarsak aslında geleceğe umut ve heyecanla bakılması, büyük iddia ve hayallerin gerçekleştirebilmesi için yeterli irade, kaynak ve potansiyel mevcut. Kişi başına gelirimiz son ekonomik bunalımdan sonra hayli geriledi; ancak yine de satın alma gücü paritesine göre GSMH toplamı sıralamasında ilk on altı ülke arasındayız dünyada. Üstelik kayıt dışı ekonomi bu hesaba dahil değil. Muazzam altyapı projeleri başlattık.
Ekilebilir arazi büyüklüğü bakımından, dünyanın 10’uncu ülkesiyiz Toplam nüfus açısından ise dünya 17incisi Şimdilik Batı’yı telaşlandıran “yaşlanan nüfus” korkusu henüz bize sirayet etmedi 1990 ile 2030 arası dönemde OECD nüfusu içinde yaşlıların oranı neredeyse iki kat artarak yüzde 13’den yüzde 22,5’a yükselecek.
Avrupa’nın iyi yetişmiş genç emek ve beyin gücü Türkiye kaynaklı olabilir Daha da iyisi, Avrupa’nın en iyi beyinlerini ülkemize çekebiliriz. İnsanları İstanbul’a çekmek için artık bileklerini bükmemiz gerekmiyor.
Kağıt üzerinde etkileyici gözüken bu verilere bir de Türkiye’nin jeostratejik önemi, imparatorluk mirasını, yüzyıllara dayanan kurumlarını, muhteşem doğasını, turizm varlıklarını, imbikten süzülmüş geleneklerini, birbirine geçmiş onca değişik kültürlerini, Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu, Akdeniz’i ve Kafkasya’yı birleştiren anahtar ülke konumunu, NATO’nun ikinci büyük ordusunu, elindeki su rezervlerini, dinamik müteşebbislerini, Doğu-Batı Avrasya enerji koridoru özelliğini ekleyin.
Görünen manzara, yine kağıt üzerinde, tüm temel unsurları sağlam görünen, “geleceği parlak” bir Türkiye.
Başlangıçta kökten değişim rüzgarının tepeden inme getirilmesi zorunluluk arz edebilir Zira, her konuda bıçakla kesilmiş karpuz gibi taraf olmaya hazır insanların dünyasında değişimden yana icraat yapabilmek hem cesur olmayı, hem risk almayı gerektiriyor Hem de ülkenin toplumsal dokusunu, özlem ve saplantılarını iyi okumayı.
Kurumların henüz yerli yerine oturup belli bir düzeni idame ettiremediği bizimki gibi toplumlarda lokomotif rol üstlenecek liderler kritik öneme sahiptirler. Onlar, şayet iyi teçhiz edilmişlerse, çevrelerinde kendini ideallere adamış ehil kadrolar oluşturabilirlerse, demokratik mekanizmaları sonuna kadar kullanıp toplumlarını şevklendirip belli hedefler istikametinde daha yukarılara doğru sürükleyebilirler. Otoriter yönetime dönüşme riskini de göz ardı etmeden.
Biz 200 kusurluk uluslararası toplumun sıradan bir üyesi değiliz. Dünyanın en değerli gayrimenkulünün üzerinde oturuyoruz. Küresel düzen hakimiyeti iddiasını taşımış bir imparatorluğun mirasçıları olarak yeni ortaya çıkacak düzende hatırı sayılır bir bölgesel güç olarak sivrilmemiz kaçınılmaz.
Şu ya da bu şekilde genlerimize sinmiştir bölgesel güç DNA’sı. Ne kadar beceriksiz davransak ne kadar çapsız hareket etsek de coğrafyamız, kültürümüz, geçmişimiz ve bugünün reel politiği bizi zarların yeniden atıldığı bu dönemde Akdenizli, Karadenizli, Balkan, Ortadoğu ve Kafkas bölgesel gücü olarak öne sürecek.
Vizyonu icraata dönüştürmede şunu çok iyi anlamamız lazım: ekonomik temelli bir gelişme, onu destekleyen kültürel ve sanatsal derinlik olmadan gerçekleşemez. Dünya’nın en güçlü, en gelişmiş, en rekabet edebilir, en en en ülkelerinden birisi olmamız gerekmiyor.
“Mutluluk endeksi”ndeki yeri yüksek, insanların geleceğe umutla baktığı, dengeli gelişme iradesinin bütün toplum tarafından solunduğu medeni bir toplum olabilmek, insanlarımızı barış içinde yaşatmak en büyük başarı olacaktır.
Unutmayalım ki, Atatürk zamanının tüm olumsuz koşullarına ve yetersizliklerine karşın 1923-1938 zaman diliminde, yani sadece 15 yılda, Osmanlı’nın küllerinden dipdiri bir Cumhuriyet kurmayı başarmıştı. Düşünürseniz bu sürat ve bilgi çağında neler yapılabileceğini ve yapamadığımızı.
Günahıyla sevabıyla mevcut hükümet – son döneminde ciddi tıkanıklar yarattıysa da – ilk iki dönemde köklü dönüşümler gerçekleştirdi. Şimdi yeni bir dönüşüm, yenilenme zamanı. Aslında önümüzdeki sekiz yıla yayılacak genç, ehil, dünyayı tanıyan ve dürüst kadroları icranın direksiyonuna getirecek yenilikçi bir iktidar dönemi Türkiye’nin çehresini değiştirecek nitelikte köklü başarılara imza atılması için yeterli bir süredir
Aksi taktirde, başkalarının kaleme aldığı senaryolarda, çoğu zaman gizli gündemin farkına bile varmadan, figüran olarak oynamaya mahkum oluruz. “Yol Haritamız”ı da başka yerlerde çizerler.
Makro-ekonomik dengelerin bir türlü yerine oturamadığı, kronikleşen enflasyonun tüm ekonomik hesapların değişmez unsuru haline geldiği, kamu bütçe ve dış ticaret açıklarının kapatılamadığı, özelleştirmenin planlandığı şekilde yürütülemediği ve gelir dağılımının giderek bozulduğu günümüz ortamında bunalımdan çıkma yollarından en önemlisi dış ekonomik ilişkilerde yeni bir atılım olacaktır. Bunun ülke içinde gerekli reform ve atılımlar gerçekleşmeden tek başına yeterli olmayacağının bilincindeyiz. Hâlâ temel ekonomik sorunlarla boğuşmakta olan, siyasi sistem tıkanıklığını aşamamış bir Türkiye’nin ne iç düzeninde ne de uluslararası ekonomik konumunda ciddi bir iyileşme sağlaması mümkündür. Mehmet Öğütçü tarafından hazırlanan bu çalışmada bir dizi somut öneriler ortaya konulurken, bu alanı ülkenin genel sorunlar yumağından ve yurtiçi reform gereksinimlerinden ayrı tutmadan, özellikle dış ekonomik ilişkiler stratejisi üzerine yoğunlaşmıştır. Çalışmada, 12 yıl sonrasına ilişkin kestirimde bulunmaya çalışmaktan ziyade, politika yapıcılarını uyarmak için mevcut eğilimlerin, mümkün olduğu ölçüde, geleceğe uzatılması amaçlanmıştır. İktisatçıların öngörülerine dayanarak, geleceğe dönük vizyon belirlemek ve bunları uygulamaya koymak siyasilerin işidir. Bu çalışmada gelecek bilimi, siyaset bilimi, iktisat bilimi ve sağduyu çerçevesinde 21. yüzyılın genel eğilimleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Mehmet Öğütçü kitabında, on yıl boyunca diplomat, gazeteci ve akademisyen olarak bulunduğu Asya’yı anlatıyor. Bölgedeki ekonomik ve ticari diplomasi ile Avrasya üzerindeki nüfus mücadelesine değiniyor ve Batı’nın “Yediler Grubu”na alternatif olarak ortaya atılan, “D-8″in kafalarda yarattığı sorulara, komşu ülkelerle ilişkilerimizin akıbetine, enerji jeopolitiğinin giderek karmaşıklaşan denklemine, Asya-Avrupa ikilemine cevap arıyor. Çinlilerin ölülerini gömme biçimleri, pirinç kâğıt üzerine tek fırça darbesiyle yapılan paha biçilmeyen resimler, Hainan Adası’nda maymun beyninin neden ve nasıl yendiği, her türlü mahlûkatın malzeme olarak kullanıldığı Çin mutfağı, Sinkiang-Uygur Özerk Yönetim Bölgesi’nde yaşayan Müslüman azınlıkların durumu, keşfedilmeyi bekleyen eski Türk tarihinin izleri ve Türklere ait 4 yıldır bozulmayan cesetler, yazarın akıcı üslubuyla sayfalara yansıyan ilginç konulardan bazıları. (Arka Kapak)
Bu kitabı yalnızca dünyanın nereye gittiğini merak edenler, Türkiye’nin, çocuklarının geleceğini düşünenler, daha iyi bir ülkede yaşamayı özleyenler okusun. Mehmet Öğütçü titizlikle seçtiği önemli temel bilgileri, farklı fikirleri ve ileriye dönük bakış açılarını yaratıcı ve okuyucu dostu bir üslupta harmanlarken, bizleri etkileyici, göz açıcı bir ufuk turuna çıkartıyor. Siyaseti, ekonomiyi, sosyolojiyi, gelecek bilimini ve diğer disiplinleri dengeli ölçüde içeriyor.
Bu kitapta, Türkiye’nin yarınını çözmek için tüm küreyi kapsayan bir ufuk turuna çıkıyoruz Mehmet’le. Çünkü yarını görmek için önce nerede olduğumuzu, ne olduğumuzu, büyük küresel oyunda yerimizi ve en önemlisi başka ülkelerin geleceğe nasıl hazırlandığını anlamak lazım. Gelecek temel olarak kestirilemez, kuantumdur. Çünkü gelecek Yaratıcı’nın cilveleri ve birbirinden büyük ölçüde bağımsız hareket eden milyarlarca bireyin kararlarının bir kokteylidir. Kitapta, Batı’nın İslam’a bakışından, Çin ve Hindistan’ın Türkiye için nasıl fırsata dönüştürüleceğine kadar çok çarpıcı gözlemler var. Gelecek şekillendirilebilir ama bunun için önce bir vizyon ve misyon sahibi olmak gerekir.
Dr. Bahadır Kaleağası
TÜSİAD Brüksel Temsilcisi
Mehmet Öğütçü, Asya’yı merak altında incelerken bölgenin çarpıcı özellikleri olan ekonomik ve ticari diplomasi, enerji jeopolitiği, Avrasya üzerine nüfuz mücadelesi ile Rusya’nın Asyalılığına da değiniyor. Asya’nın yeni uyanmakta olan “Kaplan”ı Vietnam, bölgenin medar-ı iftiharı Singapur, Çin’e devredilen Hong Kong, trafik cehennemi Tayland, kapalı kutu Butan, Asya’nın “seks ekonomisi” ve nasıl bir stratejik vizyon oluşturmamız gerektiği ele alınıyor. Çinlilerin ölüleri nasıl gömdüklerinden, Vietnam ile toprak ihtilaflarına, Taocu sevişme tekniklerinden, pirinç kâğıdı üzerine fırça darbeleriyle yansıtılan geleneksel resimlere, Hong Kong’un Çin egemenliğine devrinin yaratacağı sorunlardan, Hainan Adası’nda maymun beyninin neden yendiğine, her türlü mahlûkatın malzeme olarak kullanıldığı Çin yemeklerine, dayanılmaz alışveriş ve lüks marka çılgınlığına, Deng Xiaoping sonrası dönemin tahlilinden Sincan Uygur Özerk Yönetim Bölgesi’nde yaşayan Türk asıllı Müslüman azınlıkların durumuna, keşfedilmeyi bekleyen eski Türk tarihinin izlerine, kızgın yağda kızarmış akrebin hangi hastalığa iyi geldiğinden Vietnam-Myanmar-Laos-Tayland-Çin sınırındaki Mekong Nehri’nin çizdiği uyuşturucu cenneti “Altın Üçgenin” sırrına kadar uzanan geniş bir menzilde biraz seyahat, biraz tarih, biraz kültür ve gelenekler, biraz ekonomi, biraz etnoloji, birazcık da fütüroloji denemesi.
Müslüman Kardeşler’in Mısır’da öne çıktığı günlerden bu yana futbol bu ülkede çok önemli bir yer tutuyor. Öyle ki bu spor belki de en büyük politik güç olmayı başarmış durumda.
Cezayir’de ise halkın futbola ilgisi yine büyük. Halk düzenli olarak maçlara gidiyor.
Kadınların pek de hak sahibi olmadığı Suudi Arabistan’da ise ilginç şekilde kadınların kurduğu futbol kulüplerinden söz ediliyor.
Orta Doğu’nun mistik tarafı bir kenara, bölgedeki sıcak siyasi gündemin yanında bir de futbol gerçeğinin olduğunu Dorsey’in bu kitabı adeta belgeliyor. Savaş ve silahların gölgesinde kalan Orta Doğu’dan yükselen “goool” sesleri Dorsey’in bu kitabı aracılığıyla tüm dünyada yankılanıyor.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da gelişen mezhep, din ve etnik köken kaynaklı sorunlara dikkatleri çeken kitap çözüm önerileri getiriyor. Dorsey kitabında, tarihi algıların modern bir tutumu dikte ettirdiği bu coğrafyada, etnik, dini ve mezhepsel çatışmalar üzerinde sürdürülebilir ulusal kimlik kavramını ele alıyor.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika, çok kültürlü, çok dinli ve çok mezhepli, tam anlamıyla karmaşık bir yapıya sahip. Etnik unsurların bir araya getirdiği insanlar dini farklılıklar sebebiyle çatışabiliyor, dini unsurların bir araya getirdiği topluluklar mezhep farklılıkları sebebiyle bölünebiliyor. Çatışmalar Türk – Kürt, Arap – Musevi, Sünni – Şii, Musevi – Müslüman, Müslüman Arap – Hristiyan Arap gibi farklı gruplar arasında gelişiyor. Kimi toplumlarda ayrılıkçı hareketler, bağımsız veya özerk devlet mücadelesi yürütüyor, kimi toplulukta ise belli grupların liderleri, bu sorunların rejim değişikliğiyle çözebileceğini savunuyor. Uzun yıllardır çözülemeyen bu sorunlar sebebiyle Orta Doğu ve Kuzey Afrika için süregelen sorunlar sarmalı ifadesini kullanmak hiç de yanlış olmaz. Peki, ama ebediyen mi sürecek bu çatışmalar? Bunun cevabını vermek zor. Ancak James Dorsey, mevcut sorunların çözümü için çeşitli öneriler getiriyor. Bu önerilerden biri “zihniyet değişikliği”. Dorsey’in The Middle East and North Africa: Cauldron of Conflict adlı kitabı bu coğrafya üstünde farklı bakış açıları geliştirmeye yardımcı oluyor.
Ben nedir? Bir hayat hikâyesinin toplamı mı? Vazgeçilemez olduğunu düşündüğümüz uğraşlarımızı terk etmek zorunda kalırsak, ben yine ben olarak var olmaya devam eder mi? Peki ya bir gün Alzheimer’a yakalanır ve giderek tüm bilişsel yetilerimizi yitirirsek ya da bitkisel hayata girersek, yine bir “ben”den söz edebilecek miyiz? Beynimizin yarı kürelerinden biri bir başkasına nakledilirse “ben” de onunla birlikte gider mi? Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibi dev bir böceğe dönüşürsek ben’e ne olur? Ben Neyim? belki de kendimize hiç sormadığımız felsefi soruların cevabını arıyor.
“Savunmaya çalıştığım yaklaşıma göre, ‘benim ilk fotoğraflarım, annemin rahminde iken çekilmiş olanlardır’ cümlesi, doğru olacaktır. Ben, o insan ceniniydim ve sonra o cenin insan bebeğine dönüştü, insan yavrusuna ve sonra da yetişkin insana dönüştü. Beni annemin rahminde iken gösterenlerden başlayıp bitkisel hayatta insan olarak gösterenlere kadar resimlerle dolu bir albümüm olsa, bütün bu resimler benim resimlerim olacaktır. Bu resimleri karıştırırken, gördüğümüz şey bir insandır. Onu bir takım özellikler kazanırken ve bir takım başka özellikler kaybederken görürürüz. Bebek olma özelliğini kaybedip çocuk olur, öğrenci olma özelliğini kaybedip öğretmen olur vs. Aynı kalan şey, onun özdeşliğidir. Onun bir yaşındaki halini gösteren resme ve onu üniversiteden mezun olduğu gün gösteren resme bakarken aynı insana bakıyor oluruz.”
Haluk Gürgen “Örgütlerde İletişim Kalitesi” kitabında “İletişim soruları yalnızca örgütlerde değil evimizde, sokakta, siyasette kısacası yaşamımızın her alanında yaşanıyor. Neredeyse hepimiz kendimizi anlatamamaktan, başkalarınca yanlış anlaşılmaktan yakınıyoruz. Birçoğumuz ise nerdeyse iki insanın birbirini anlamasının olanaksız olduğuna inanıyoruz. Oysa istersek gerek örgütsel gerekse kişisel iletişim sorunlarımızı çözebiliriz. Yeter ki bu sorunların çözülebileceğine inanalım. Bunun için zaman ayırıp, iletişim bilgi ve becerimizi geliştirmek için gerekli okumalar, araştırmalar yapalım, öğrendiklerimizi uygulamaya çalışalım” diyor.
Bu kitap, örgütlerde iletişim sorunlarını, insan ve örgüt düzeyinde çözümlerin bulunmasında yardımcı olmayı amaçlıyor.
Kitap, örgütlerde kişilerarası iletişim sürecini ve işleyişini tanıtarak, örgütlerde iletişim kalitesini yükseltmenin yollarını tartışıyor. Bu çerçevede, iletişimin temel özelliklerini, örgütsel faaliyetler açısından işleyişini değişik boyutlarıyla ele alarak incelemeye, bu sorunların çözümlerini bulmaya çalışıyor.
Reklamcılık ve Halkla İlişkiler alanında profesörlük unvanına sahip olan Haluk Gürgen’in Örgütlerde İletişim Kalitesi kitabının yanı sıra Anadolu Üniversitesi’nden çıkardığı Reklamcılık ve Metin Yazarlığı, Halkla İlişkiler, Halkla İlişkiler Ortam ve Araçları, Halkla İlişkiler Uygulamaları ve Örnekler, Kuşaklararası Hareketlilik Araştırması, Televizyon Reklamlarında Yaratıcı Strateji, İşletmelerde Halkla İlişkiler Uygulamaları, Reklamcılık ve Satış Yönetimi konularında akademik yayınları da bulunuyor.
Hakan Kırkoğlu astroloji alanında uzun yıllardır sürdürdüğü çalışmalarını “Göklerin Bilgeliği” adlı kitabında gün yüzüne çıkarıyor.
Kitabın ana izleğini astrolojinin köklü geleneği oluşturuyor. Kırkoğlu kişinin kendini bilme, kozmos içindeki rolünü en iyi biçimde yerine getirme ve kendisini evrene bırakabilme yeteneğini geliştirmede bu bilimin anahtar rol oynadığının altını çiziyor.
Kitap, göklerin dilini çözmek, evrende yerimizi belirlemek ve rolümüzü abartmadan yaşamak için sağlam bir yol rehberi. Yazara göre, kitap aynı zamanda da astrolojinin rönesansı için bir havaî fişek… Kaybolmuş teknikleri bulmaya yönelik, bireyin kişiliğinin ve kaderinin boyutlarını aydınlatan birçok doktrini yeniden oluşturmaya çalışan, eski astrolojiyi araştıran Kırkoğlu, kendini bu mesleğe adayanlara yol gösterici olmaya aday bir eser koyuyor ortaya.
R. Hakan Kırkoğlu, bu kitabında ruhun da bir geçmişi olabileceğini söylüyor. Ruhun Yolculuğu Astroloji’ye bakış açımıza yeni bir farkındalık getirirken, nedenleri, n’içinleri sorguluyor.
Bu kitap, ruhun sonsuz döngüsü, yolculuğu içerisinde, hayatımızın ana şifrelerini her bir tutulmayı 12 burca ayırarak anlatıyor. Her bir bölümde bir ruh teması öne çıkıyor. Burcun sahip olduğu sembolden başlayarak, hayatta edindiğimiz rollere, ruhsal olarak hissettiğimiz itilimlere, geçmişten gelen rollerimize değiniyor.
Pazarlama 3.0 – Yeni çağın pazarlama yaklaşımı, birbirinden çok farklı bakış açılarını ve birbiriyle çok ilgisizmiş gibi görünen bilgi ve deneyimleri bir araya getirerek bir potada eritiyor ve okuyucuya yeni bir pencere açıyor. Ama Pazarlama 3.0’ın okuduğunuz diğer pazarlama kitaplarından asıl farkı bu değil. Bir araya geldiklerinde Pazarlama 3.0’ı benzersiz hale getiren üç önemli faktör var.
Birincisi yazarların 20 yılı aşan uygulama deneyimleri. Profesyonel hayatın değişik kademelerinde kazandıklarının üzerine, girişimci olarak edindikleri deneyim ve çok değişik sektörlerde gerçekleştirdikleri uygulamalar, Pazarlama 3.0’ın “gerçekçilik” boyutunu belirliyor.
İkincisi, yazarların siyaset bilimi, kamu yönetimi ve ekonomi gibi disiplinlerde Türkiye’nin önemli isimlerinin tedrisatından geçmiş olmaları. Bu altyapının üzerine gelen pazarlama bilgisi, Pazarlama 3.0’a benzersiz bir bakış açısı sağlıyor.
Üçüncüsü ise basit anlatım ve akıcılık. Biri mesleki olarak pazarlama disiplininden gelen, diğeri ise gazetecilik, özellikle de ekonomi gazeteciliğinden pazarlamaya yönelmiş olan iki güçlü kalemin elinden çıkan Pazarlama 3.0, aynı zamanda pazarlama konusunda, gazeteci diliyle yazılmış ilk kitap olma özelliği taşıyor ki, bu özellik Pazarlama 3.0’a olağanüstü bir okuma zevki ve akıcılık katıyor.
Türk Dış Politikasın’da “Davutoğlu Etkisi”
Arap Baharın’da Türk Dış Politikası 2010-2013
Değerli okuyucu adayı, öncelikle sizi bir konuda uyarmak istiyorum. Bir kitabı arkasına bakarak ve oradaki yazıları okuyarak anlayamazsınız? Kitapların arkasına basılan, yazara ve kitaba övgü dolu satırlar yanıltıcıdır. “Yazar Gani Müjde bu başyapıtında gene bizi kahkahadan kırıp geçiriyor” gibi yazıları yazarlar zaten kendileri yazarlar. Referans olma niteliğindeki kişiler tarafından yazılan övgü dolu satırlar, örneğin “Gani Müjde’nin kitabı bir şaheser. Ben okudum pek güldüm, siz de alın siz de gülün. Cem Yılmaz” türünden tavsiyeler ise genellikle kitabı okumadan yazılan “arkadaşa ayıp olmasın” türünden gevezeliklerdir. Yazarın arka kapakta komiklik yapması gene sizi hiç etkilemesin. Kitabın arkasına komik şeyler yazarak “memurin muhakemat kanunun tam metnini” size mizah kitabı diye kakalayabilirler. Bu nedenle elinde tuttuğun kitabı alıp okumadan fikir edinmen mümkün değil sevgili okurum. Israr etmiyorum ama maalesef gerçek bu! Seni etkilemek istemem ama daha önce 120 bin kişi böyle yaptı. Bu kadar siner (Bu ne demek?) yanılmış olamaz…
İsim, Şehir, Hayvan, Bitki… Genç kuşağın usta mizah yazarlarından Gani Müjde, çocukluğumuzun bu güzel oyunundan esinlenerek vaktiyle Öküz Dergisi’nde usta işi bir yazı tarzı oluşturmuştu. Okurken yer yer hüzünleneceğiniz, yer yer güleceğiniz ama mutlaka büyük keyif alacağınız bu yazılar işte şu an arka sayfasını okuduğunuz bu kitapta toplandı. Eee ne durursun be, alasın kitabı okuyasın da, te şimdi varasın tadına!
Sayın okuyucu…
Kitabın arkasını çevirip baktığınıza göre niyetiniz ciddi. O halde sizi biraz ikna etmek istiyorum. Çünkü bu kitabı almanız için beş neden var… Aslında belki daha çok neden var ama sadece beşe kadar sayabiliyorum n’apiyim.
1- Bu kitap Sadettin Teksoy’un okuyup da anlayamadığı 3 kitaptan birisidir.
(Diğerleri “İstanbul Telefon Rehberi” ve “Ayşegül Tatilde” adlı resimli kitaptır.)
2- Bu kitabı yağmurlu havalarda şapka olarak kullanabilirsiniz. Sisli havalarda şapka olarak kullanmanızda ise hiçbir engel yoktur.
3- Bu kitap Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday bir kitap olduğu kadar konserlerde ve maçlarda ideal bir minder de olabilir.
4- Bu kitapla pikniklerde mangal tutuşturabilirsiniz. Hatta ormanı bile…
5- Bu kitap içindeki kıymetli bilgilerle hayatınıza renk kattığı gibi, Paparazzilere yakalandığınızda ideal bir siperlik de olabilir.
5- Bu kitap aşk hayatınızı zenginleştirecektir. Çünkü kızlar mizah kitabı okuyan erkekleri severler. Ama kitabın düz tutulması koşuluyla elbet…
5- Matematik bilgimi en kısa zamanda geliştirmeliyim.
Sayın Okur… Kitapların arkası genellikle yazarları tanımanız için yazılan yazılarla doludur. Siz “kim bu hıyar?” diye kitabın arkasını çevirdiğinizde yazarla ilgili bilgiler bulursunuz. Şu ödülü kazandım, şu uluslararası yarışmada bilmem ne ödülü benim oldu, üç mansiyonum var gibi… Evet kitaplarım çok satıyor ama Londra’da dolaşırken paramı kapmaya çalışan bir dilencinin gözüne iki yumruk patlatmanın dışında benim öyle ulusal veya uluslararası sizlere anlatacak bir başarım yok. Fakat benim çiçek gibi karnelerim vardır. Ben okullarda okurken hep teşekkür ve takdirname almışımdır. Öğretmenlerim kulağımı çekerek “seneye çok çalış eşşoğlu eşşek” derken bir gün bir yazar olup bu karnemi size göstereceğimi nereden bilebilirlerdi? Benim hakkımda olumlu bir fikir edinmek istiyorsanız bu karneyi inceleyebilirsiniz. Ne kadar akıllı ve zeki olduğumu göreceksiniz. En azından o yıllarda öyleydim.
Az önce kitabın kapağına bakarak alsam mı almasam mı diye tereddüt ettiğinizi biliyorum. Bakın sizi asla etkilemek istemem. Ama bu kitabı mutlaka almalısınız. Etiketteki fiyata bakıp “Amaan bu kitabı okuyacağıma gider iki hamburger yerim” demeyin. O yiyeceğiniz hamburgerler karın doyurmaz. En azından benimkini… İnanın bu kitabı okumak size çok sükse yaptırır. Sağda solda “Gani Müjde’nin yeni kitabını okudunuz mu? Ben okudum” dediğinizde hiç kimse çıkıp da “Kim ulan Gani Müjde? Böyle birini tanımıyorum” demez. Yani hiç olmazsa kibarlıktan demez. Hala ikna olmadınız mı? Peki, bundan önceki kitabım Peynir Gemisi’nin 21 baskı yapmış olması da sizi etkilemedi mi? Durun başınızı hemen iki yana sallamayın lütfen…
Sosyetede hızla yayılan İman’a gelme modası 80’li yıllarda ortalığı kasıp kavurdu. Adnan Hoca’nın çabalarıyla yayılan “New Nüslim’s”, “Yeni Müslümanlar” arasında Boğaziçi Üniversitesi, Saint-Benoit (Bir Kâfir Lisesi), Cambridge College öğrencileri başı çekiyordu. Bunların arasına Sanayi-i Nefise’de (Güzel Sanatlar) anadan üryan hatunların edep yerlerini çizip gusül abdesti alan bir gurup “Art lover” da katılmıştı…
Türkiye’nin en önemli aşçılarından Eyüp Kemal Sevinç bugünün damak tadına uygun olarak hazırlanan birbirinden lezzetli tarifleri “Sonsuz Türk Mutfağı”nda bir araya getiriyor.
Boraniden bulgur köftesine, haydariden ahtapot yahnisine bildik tatlar… Yepyeni lezzetler peşinde olanlar için karidesli füme patlıcan, taze kekikli zeytin çorbası, zerdeçallı ve avokadolu füme piliç salatası veya portakallı rokalı pide… Farklı tatları modern bir yorumla kaynaştıran rakı dondurması, pişmaniyeli cezerye ve kırmızı biber tatlısı…
Eyüp Kemal Sevinç’ten bugünün damak tadına uygun olarak hazırlanan birbirinden lezzetli tarifler bu kitapta yer alıyor.
Günümüz modern dünya mutfağının lezzetlerinden oluşan bir küçük yemek ajandası. Kartlardan oluşan ajandada farklı kültürlere ait Eyüp Usta’nın süzgecinden geçen 35 yemek tarifi ve o yemeklerle içilmesi tavsiye edilen şaraplar yer alıyor.
Eyüp Kemal Sevinç değişik coğrafyalardan gelen tatları harmanlayarak Sonsuz Mönü’yü oluşturdu. Çok farklı kültür iklimlerinden gelen insanlar için kaleme alınan kitapta alternatifli mönü hazırlamanın zorluğuna değiniliyor. Kitap; malzeme zenginliği, baharatlar ve soslarla bunu sağlamak biraz olsun mümkün olsa da bir eksik yan var gibidir, şefiniz, aşçıbaşınız” diyor.
Prof. Dr. Emre Alkin Finansal Aracılığın Evrimi’nde Dr. A. Tuğrul Savaş ve Vedat Akman’la birlikte çalışıyor. Kitapta, Türk Bankacılık Sistemi ve Risk Yönetim Sistemleri’nde IMF’in görevi, risk yönetimi, bankaların karlılıkları, mali yapıları ve senaryo analizleri konu ediliyor.
Değerli çevre dostları,
Çok kırılgan bir yapıya sahip olan doğada, insan eliyle bilerek veya bilmeyerek meydana getirilen bir tahribatın geriye dönüşü, ne yazık ki mümkün olmamaktadır. İçinde barındırdığı birbirinden bağımsız ekosistemlerle hayatın en temel öğesi olan bu eşsiz hazineyi koruyarak güzel ve mutlu yarınlara ulaşmak hepimizin asli görevlerinin başında gelmektedir.
Yarım yüzyıllık çalışmalarım sonucu edindiğim tecrübeler ile yerli ve yabancı bilim insanlarının görüşlerinden faydalanarak kaleme aldığım bu kitap; çocukluk yıllarımdan bugüne önce merakla, daha sonraları ise hayranlıkla araştırmalar yaptığım doğanın her geçen gün daralan yeşil alanlarının ve kötüleşen denge sisteminin çok geç olmadan korunabilmeleri amacını gütmektedir.
Kitap hazırlama fikrim, bu husustaki teşvik ve desteklerin yanı sıra, sadece çok sevdiğim ülkem insanına bildiğim konularda hizmet etmek arzusundan kaynaklanmıştır.
İlginizi çekeceğini ümit ederim.
“When the men get sick they start to seek a cure for women.’ This sentence keeps spinning in my head, because the world is going through some interesting times. This is not only happening in ‘crazy’ countries like Turkey or Pakistan. This time, the very heart of Europe is experiencing the same insanity. Rising populism and misogyny are taking over – not only in the political sphere, but also in our very daily lives.”
13th June 2017
http://sister-hood.com/ece-temelkuran/the-women-and-the-ladies/
You collect your own family of talented young women. The author and political commentator on why everyone should ‘adopt’ a daughter.
The Sunday Times, July 2 2017
https://www.thetimes.co.uk/article/ece-temelkuran-author-of-women-who-blow-on-knots-on-why-she-adopts-daughters-8wmtkjhwn
Ece Temelkuran’la Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı İyilik Güzellik üzerine konuştuk. Temelkuran denemelerini derlediği kitabı hakkında, “Kurgu olan gerçeği büyü yoluyla değiştirebilir. Kurgu-dışı olansa öfke ile değiştirir. Bana göre özne yaşamdır” dedi.
Gazete Duvar,röportaj, 9 Kasım 2017
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2017/11/09/ece-temelkuran-siz-raf-kadar-varsaniz-ben-de-kendimi-gozden-gecirebilirim/
Turkish journalist and author Ece Temelkuran presented a talk organized by the BostonBul organization at the Massachusetts Institute of Technology (MIT) on November 27. This event was part of the tour for the newly published English translation of her book
The Time of Mute Swans. Mirror Spectator ,7 December 2017
https://mirrorspectator.com/2017/12/07/temelkuran-speaks-turkish-politics-new-novel-time-mute-swans/
I remember the Turkish coup of 1980. Now it is my nephews’ turn to see adults terrified, fearing for their lives and their country’s future.
Until I was eight years old, I had never heard the word “dawn”. Then, early one morning, I woke up to the radio playing loudly in the living room, and found my mother and father chain-smoking as they listened to the declaration of a coup. Their faces darkened as the day broke. It was 12 September 1980, the first time I saw the dawn.
New Yorker ,18 December 2017
https://www.theguardian.com/commentisfree/2016/jul/17/turkey-children-coup
Londra… Sanırım bugün onuncu gün. Londra’da “Türkiye: Çılgın ve Hüzünlü” kitabının tanıtım programı için geldim. Kitabı bir yıl önce Türkçe yazmıştım, aynı anda Almancaya çevrildi, Euphorie und Wehmut adıyla yayınlandı ve bir yıl sonra bugünlerde İngilizcede çıktı. Türkiye bütün dünya gündeminin ilk sıralarında yer aldığı için de hareketli bir konuşma, etkinlik ve röportaj programı vardı. Favori programım Hard Talk’ta zorlu bir soru-cevap cehenneminden sonra efsanevi televizyoncu Jon Snow ile Channel 4’de bir röportaj yaptım. Tariq Ali ile uzun bir röportaj çektik. Aynı anda London Review of Books, Front Line Club ve Waterstones gibi saygın sayılan mekanlarda konuşmalar yaptım. Avam Kamarası da bunlara dahil. Kitap vesile elbette, insanlar Türkiye konuşmak istiyor, öğrenmek istiyor bazen de bildiğini sandığı şeyleri duymak istiyor. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından yaşanan süreç hakkında merak var, endişe de elbette.
Sanki herkesin yüzünde ne kadar acı çektiğimizi anlatmamı bekleyen bir ifade var. Şöyle demelisin “Biz Türkiye’de var ya, mahvoluyoruz. Sabah akşam işkence!” Böyle demediğiniz ve hikayenin tamamını, aslında bu hikayede kimsenin masum olmadığını ve sanıldığından, dışarıdan görüldüğünden daha karmaşık bir mesele olduğunu söyleyince sanki biraz oyunbozanmışsınız gibi davranıyorlar size.
Bir tarafta sizin anlattıklarınızla öfkelenen ülke, bir tarafta yeterince öfkeli olmadığınız için hayal kırıklığına uğrayan yabancılar. Sanırım hikayenin tamamını anlatmaya karar verenleri kimse o kadar da sevmiyor.
Reel politik bir kenara garip bir duygu bu. Türkiye ile ilgili konuşmak yani. Daha da garibi bir süre sonra sanki Türkiye’den başka hiçbir hikayen yokmuş gibi hissetmeye başlamak. Garip ve karmaşık ülkelerden geliyorsan başka ne anlatabilirsin ki! Sanırım genel kanaat bu. Milyonlarca Suriyeli mülteciyi düşünüyorum. Hayat onlara belki de hiçbir zaman yenilgilerinden başka hiçbir hikaye anlatmak şansı vermeyecek. Ne acı bir insanın bütün hikayesinin ne kadar acı çektiğinden ibaret olması…
Ve daha da zoru galiba insanın kendine kelimelerden yeni bir ev inşa etmek zorunda kalması.
Bir süredir dikkatimi çekiyor. Ne zaman yurtdışında adaletli ve objektif şekilde Türkiye’den söz etmeye başlasam insanların yüzünde “Acı var mı acı?” gibi bir ifade görüyorum. Sanırım artık Türkiye yabancıların çoğu için “her şeyin olabileceği o delirmiş ülkelerden” biri gibi görünüyor. Eğer sizin anlattığınız hikaye bu “deli resmi” doldurmuyorsa hikayeyi eksik anlattığınızı düşünüyorlar.
Konuşmalar, röportajlar biterken bir de o soru var insana ne söyleyeceğini şaşırtan:
“Peki biz ne yapabiliriz?”
Bu soru öyle rahatsız edici bir şefkatle soruluyor ki sanırım içimde bir yerde saklı kalmış “gururlu kız” burnunu havaya dikiyor:
“Biz başımızın çaresine bakarız!”
Öte yandan yabancılardaki bu “ezilen Türk entelektüellerine destek” psikolojisi bende bir web sitesi üzerinden evlat edinilmeye çalışılan panda yavrusu hissi uyandırıyor. Sadece ayda 10 pound vererek siz de bir panda kurtarabilirsiniz! Bütün bu ekşi hisler yaşadığımız karmaşanın bir parçası elbette ve muhtemelen hiç de sağlıklı değil. Ama işte karmaşık bir ülkede yaşamak insanın hakikaten kafasını karıştırıyor.
Eşit bir konuşma… Bunu öneriyorum. Ne zaman “Ne yapabiliriz?” sorusu sorulsa söylediğim şey bu: Eşit bir konuşma. Çünkü o eşit konuşmada aslında kimsenin o kadar da “şanslı” olmadığı ortaya çıkıyor. Batılı entelektüel bizim ülkemizdeki bir yazardan daha mı özgür hakikaten? Bunu konuşalım mesela. Ya da Batılı bir gazeteci Türkiye’deki bir gazeteciden daha mı etkin? Bütün bir dünya örgütlenmiş ve harekete geçmiş cehaletin pençesinde kıvranırken hangimiz diğerinden daha üstte ki alttakini kurtarsın!
Bunlar elbette bir panda yavrusunu kurtarıvermekten daha karmaşık bir bağlam yaratıyor ve çoğunluğun bunları düşünmeye vakti, hali, yeri yok. Üstelik zavallı Doğulu entelektüelleri kurtarmak çoğu durumda her iki taraf için de daha avantajlı oluyor. Ezilen entelektüel cesareti için alkışlanıyor ve Batılı entelektüel sağduyusu için vicdan madalyası kazanıyor.
Bütün bunların dışında kalıp hikayenin tamamını anlatmak için insanın epey sağlam bir sinir sistemi olması lazım. Sanırım bir de geleceğe güvenmek gibi garip bir nahifliği. Gelecekte birileri anlayacak diyorsun. Bütün bu meseleleri yüksek bir ahlak standardıyla anlamlandırmaya, elinden geldiğince öyle yaşamaya çalışanların sadece gerçeği, ama bütün gerçeği anlattığını…
Bir tarafta ne desen seni suçlu sayacak bir iktidar. Öte tarafta iktidarı ama sadece onu suçlamazsan seni adamdan saymayacağını tekrar eden başka tür bir iktidar. Ve Londra her zamanki gibi berbat yemekleri ve daha da berbat kahvesiyle insanın işini hiç kolaylaştırmıyor.
Karakarga Dergisi 7. Sayı (Ekim 2016)
Nefeste Saklı Hayat, gündelik yaşamı kolaylaştıracak, kendinizi daha iyi, daha sağlıklı ve daha mutlu hissetmenizi sağlayacak uygulamaları içeren rehber niteliğindeki bir kitap. Aynı zamanda bu uygulamalardan birini gündelik rutininize eklediğinizde zaman hayatla, dünyayla ve hatta evrenle ilgili farkındalık seviyenizi yükseltebilecek bir egzersiz kitabı.
Ülkemizde bugüne kadar yazılan ilk video film uygulamalı nefes egzersizleri kitabı olarak dikkat çeken Nefeste Saklı Hayat kitabında yer alan QR kodları ile Ebru Şinik’in hazırladığı videoları izleyerek nefes tekniklerini gündelik yaşamınıza kolaylıkla entegre edebilir ve ofiste, evde, metroda, tatilde ihtiyacınız olan nefes tekniğini kendi kendinize detaylı bir şekilde öğrenebilirsiniz. Uluslararası saygınlığı olan tıp hekimleri ve araştırma görevlilerinin de referans olduğu Nefeste Saklı Hayat kitabı ile keyifli ve heyecanlı bir dönüşüme hazır olun!
“İçerik ve anlatışı mükemmel buldum. Sevgiyi, saygıyı, anlayışı bir kenara iten, kini, nefreti, kibiri içinde barındıran siyasi söylevler toplumu öylesine kutuplara ayırdı ki. Üstelik kötü örnek de oluşturdu ve oluşturmaya devam ediyor.
…Salı Grup toplantılarında kin, nefret ve öfkenin dayanılmaz yükselişini görüyor ve gerçekten üzülüyorum. “Yumuşak Güç” ü önce siyasilere öğretmek gerekiyor. “
-Cengiz Solakoğlu, TEGV Kurucu Mütevelli ve Yönetim Kurulu Üyesi Yönetim Danışmanı-
“Kaya gibi güçlü, su gibi berrak, ateş gibi sıcak, pamuk gibi yumuşak” insanlardaki “yumuşak güç” tanımı. Sayın Çabuk bu değerli eseriyle yediden yetmişe insanlar arası iletişimi anlatırken yaşamın tüm alanlarında doğru iletişimin açacağı kapıları bir kez daha gözler önüne seriyor. Zevkle okuyacağınız, okurken düşüneceğiniz, öğreneceğiniz güzel bir kaynak…”
-Psikolog Dr. Nur Velidedeoğlu Kavuncu, Profesyonel Koç – Eğitmen-
Çağlar Çabuk, okurlarına yaşamın her alanında şiddetin, sığ ve sahte bir otoriterliğin gereksizliğini sıcacık bir bir dil ve renkli örneklerle anlatıyor. Tam bir diktanın metaforu olarak görülebilecek şef ve orkestra ilişkilerinde bile yumuşak güce inanan biri olarak, bu kitapta defalarca kendimi ve her çalışmada karşılaştığım dinamikleri gördüm.
-Cem Mansur, Orkestra Şefi-
“Çağlar Çabuk, “Yumuşak Güç”le her insanın iş ve toplum ilişkilerinde, her zaman ve her yerde uygulayabileceği bir bakış açısı sunuyor. Yaşamı kolaylaştıracak, ilişkileri güçlendirecek, umutları arttıracak bir yaşam felsefesi… Üstelik kitabın akıcı ve yalın diliyle bu felsefeyi anlamak ve uygulamak da çok kolay…”
-Celal Seçkin, EFQM Yönetim Danışmanı-
Sadece basketbol takımlarının değil, koca koca devlet yöneticilerinin, dev holdinglerin en üst düzeydeki yöneticilerinin, dünyaca ünlü sanatçıların da koçları olduğunu ilk kez duyduğumda çok şaşırmıştım. Neden peki, buna ihtiyaçları var mı? Hepsi birbirinden başarılı bu insanların beyinleri kendi sorunlarını çözmeye yetmiyor mu ki bir koçun desteğine ihtiyaçları olsun? Bu sorunun yanıtı aslında çok basit: Çünkü biz insanız. Davranışlarımızı sadece mantığımız değil, aynı zamanda duygularımız da etkiliyor. İşte bu yüzden duygulardan arınmış bir başka gözün bakışına, bir başka beynin düşüncesine, desteğine ihtiyacımız var, dünyanın en başarılı devlet yöneticisi, en yetenekli CEO’su, en ünlü sanatçısı bile olsak.
Evet, içinde yer aldığımız uzay 3 boyutlu, ama yaşadığımız hayatın bir boyutu daha var: Zaman. Bütün yaşamımız bu 4 boyut içinde geçiyor. Çocukluğumuzdan yaşlılığımıza, gençliğimizden olgunluğumuza, geçen yıldan gelecek yıla, dünden yarına doğru. Bu zaman yolculuğunda çevremizdeki her şeyle birlikte biz de değişiyoruz. Gelin, birlikte 4. boyutta bir yolculuğa çıkalım.
Kitabı her çalışanın ve her çalıştıranın okuması gerek; en azından kendimizi daha iyi tanıyabilmek, içimize fener tutabilmek, yalnız olmadığımızı anlamak için. Dahası, nasıl mücadele edebileceğimizi öğrenmek için. Üstelik bir solukta okunan, söyleyeceğini eğip bükmeden söyleyen, keyifli bir kitap.
Oya Baydar
Sosyolog, Yazar
Çağlar Çabuk, yara almış ya da yara almaya aday insanların safında, onlara kalkan olmak isteyen, insana yaraşır bir tavırla duruyor. Çalışma yaşamına adım atacak ya da çalışma yaşamının içindeki herkesi, eğitsel değeri yüksek bu güzel kitabı okumaya davet ediyorum.
Doç. Dr. Arın Namal
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Çoğuna tanık olup, önemsemeden, hatta ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünmeden görüp geçtiğim, hatta bazen gülüp geçtiğim nice nice mobing… Okurken kendi yaşamınızda tanık olduğunuz irili ufaklı bir dizi olayı hatırlayın. Bana hak vereceksiniz.
Aydın Engin
Gazeteci, Yazar
Çağlar Çabuk’un çalışması, kolay anlaşılır bir el kitabı olarak karşımıza çıkıyor. Hem mobing mağdurlarının hem de mobing yapanların mutlaka okumaları gerektiğine inanıyorum.
Dr. Ethem Şanlıer
İşyeri Hekimi, İş Sağlığı Uzmanı ve Eğitmeni
Ademimerkeziyet Türkiye’nin çok ihtiyacı olan ama bir türlü tartışamadığı temel bir konu. Ademimerkeziyet iyi yönetim, vatandaşın kamusal kararlara katılımı, tasarruf, doğru karar ve vatandaş taleplerine cevap vermek için ülkenin genelinde uygulanması gereken bir yönetim biçimi.
6. yüzyılda ekümenik sıfatı, Konstantinopolis Patriği’ne, Roma İmparatorluğu başkentinin episkoposu olduğu için verilmişti. Fethin ardından Fatih Sultan Mehmed, Bizans’tan Osmanlı’ya hiçbir değişime uğramadan devrolan tek meşru kurum olan Büyük Kilise’yi ihdas ederken, söz konusu makamın temsil ettiği evrenselliği siyasetine dahil etme niyetini ilan ediyordu.
Doğu Roma’dan Cumhuriyet dönemine dek kesintisiz süren Patrikhane’nin dinî olduğu kadar siyasi yeri ve anlamı, Cumhuriyetçilerin dini devre dışı bırakan laik siyaset anlayışıyla sona erdi. Lozan Antlaşması’nda Patrikhane’nin ekümenik sıfatı ve bundan kaynaklanan ruhani yetkileri, münakaşa konusu yapılmadıkları ölçüde onaylandı. Ancak Patrik ve Patrikhane, siyaseten yeni ulus-devletin, dinen de laikliği dünyevi din mertebesinde telakki eden pozitivist tasavvurun, tıpkı hilafet gibi “öteki”si oldular.
Lozan ile başlayan bu Patrik ve Patrikhane “takıntısı” günümüzde, İslâm’ın yaygın olduğu Türkiye’de Ortodoks Patrikhanesi’nin dinî sıfatının ne olmaması gerektiği konusunda abes bir tartışma halinde sürüyor. Ekümenik Patrikhane’de yer alan yazılar konunun tarihî, dinî, hukuki ve siyasi boyutlarını ele alırken, bilgi eksikliğini gidermeyi ve bilgi kirliliğini temizlemeyi amaçlıyor.
Alexis Alexandris, Baskın Oran, Cem Sofuoğlu, Cengiz Aktar, Elçin Macar, Emre Öktem, Kürşat Demirci, Panteleimon Rodopoulos, Paraskevas Konortas ve Samim Akgönül’ün makaleleriyle…
Derleyen: Cengiz Aktar
Yazar: Gülüm Çapan|GürbüzSarı|Rana Birden
Bugün Avrupa Birliği dördüncü ve en kapsamlı genişleme sürecini yaşıyor. Bu süreç, 1945’ten bu yana bölünmüş Avrupa’yı Soğuk Savaş sonrasınra yeniden birleştirme amacını ve bu sayede de, yeni bir güç olarak dünya dünya sahnesine çıkacak Büyük Avrupa’yı yaratma amacını taşıyor. Bu sürecin dinamiğini de üye ve aday ülkeler oluşturuyor. “Genişleme Süreci” ise, üye ülkelerle adayların arasında oluşacak sinerjinin adı. Bu kitap, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün 2-2001 ders yılında gerçekleştirdiği “Avrupa’nın Genişlemesi Süreci” semineri kapsamında hazırlanan çalışmalardan derlendi. İçinde bulunulan genişleme süreci, kendine münhasır bir süreç. Daha önceki genişleme dalgalarının felsefe ve pratikleri bu süreçle bire bir örtüşmüyor. Bu anlamda sürecin bütün aktörleri biraz da el yordamıyla yol alıyor. Bu kitap bu çerçevede ele alınmalı ve yavaş yavaş dolacak bir boşluğun ilk temel taşlarından biri olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Batılılaşma, 18. yüzyılın sonlarından bu yana Türkiye insanının soyut ve somut tüm etkinliklerini belirleyen baskın süreçtir. Başlangıçta Batı’dan devleti ayakta tutabilmek için teknik ithal etmekle sınırlı olan bu süreç bugün toplumun temel dinamiği haline gelmiştir.
Günümüzdeki işleyişin eksiklik ve aksaklıkları ise başlangıçtaki yaptırımcı iradenin ve bu iradenin aktörleri olan Osmanlı-Türk aydınının tarih ve mirasıyla çok yakından ilgilidir. Devletin bekâsı amacıyla “örümcek kafalı” halka zorla hazmettirilmeye çalışılan Batılı “güzellikler” bu iradenin “düzen” saplantısıyla sınırlıdır.
Batılılaşma özünde eskiye ve yeniye yönelik birbirine koşut iki normalizasyon sürecinde somutlaşır: Bir yandan geleneksel farklılıkların gayrimeşruiyeti ve bu farklılıkların eşitlenmesi, ama öte yandan böylelikle temellendirilen demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan toplumsal çelişkinin gayrimeşru addedilmesi. Devletin toplum üstündeki velâyeti işte burada ortaya çıkmaktadır.
Bir yandan onu gerçek bir demokratik işleyişe ulaştıracak çelişki mekanizmasından özürlü, öte yandan ona demokratik çağların yalnızlıklarıyla baş edebilme gücünü verebilecek geleneksel toplumsallıklardan yasaklı, sınırlandırılmış bir toplumun serpilip gelişebilmesi kolay değildir. Demokrasi donanımı böylesine zayıf bir toplumun, bu yüzden, devletlerin zorbalıklarına karşı kendisini savunabilmesi çok zor olmaktadır. Ve toplum kimi zaman paternalist devlete karşı kendini ifade etme aracı olarak “zor”a başvurmak durumunda kalmaktadır.
“Cengiz Aktar çalışmasında, “Türk modernleşmesi” gibi bir olgunun tarihini yazmayı değil, o “Türk modernleşmesi” denilen sürecin aslında, Türkiye’nin Batı’ya uyumlulaştırılması süreci olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Gerçek demokratik süreci sakatlayıcı “yabancı” bir kavramı topluma uyarlamanın ne denli çatışmalı bir ilişki yarattığını vurguluyor.”
Batılılaşmak Türkiye’ye miras kalan ve Türkiye’nin de bir türlü dindiremediği iki yüzyıllık bir sancı. İçinde bulunduğumuz günler, bu sancıyı azaltmak için en somut adımların atıldığı bir tarihsel dilime rastlıyor. Avrupa Birliği’ne katılmak amacıyla peş peşe uyum yasaları çıkarılıyor, yıllardır yaşadığımız antidemokratik uygulamaları kınayanlar Avrupa Birliği taraftarlarının katılımıyla artıyor, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye getireceği ekonomik artılar ve eksiler tartışılıyor.
Yine de Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilgili sorunlarının neler olduğunu tam olarak anlamak mümkün değil. Bu konuda başvurulacak derli toplu kaynaklar kıt.
Cengiz Aktar, Avrupa Birliği’nin derinleşme ve genişlemesini, bu süreçlerin bilfiil içinde yer alarak izliyor. Avrupa Okumaları yazarın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarının yanı sıra daha önce yayımlanmamış yazılarını bir araya getiren her gün yeni bir gelişmenin kaydedildiği bu alandaki en son gözlemleri ve yorumları içeren bir kaynak.
Türkiye’nin çağdaşlaşması devlet eliyle başladı ve sürdürüldü. İki yüz yıllık bu süreci aynı zihniyetle sürdürmeye olanak yok. Çünkü bu zihniyet artık iflas etmiş durumda. Eğer ülke çağdaşlaşmasını sürdürmek istiyorsa bunun yolu Avrupa’dan, Avrupalılaşmadan geçiyor. Tarihî ve coğrafî nedenlerden bu ülkenin pek başka seçeneği yok. Bugünkü kavga, bu yolu tıkayanlarla açmaya çalışanlar arasında. Türkiye’deki kavganın en önemli aktörlerinden biri Avrupa’nn kendisi. Kurulacak yeni ortaklık, Türkiye’nin Avrupa’da kendini evinde hissetmesini sağlayacak.Türkiye bu sayede hem dünya hem de kendisiyle barışacak. Batı’ya gittikçe, özündeki Doğu’nun hakkını verecek.
Türkiye’nin Avrupalı olmaya ihtiyacı varsa, Avrupa’nın da kemale erebilmesi için bu “farklı”yı, “öteki”yi kabullenebilmesi gerekiyor. 21. yüzyıldan dünya gücü olmaya aday Avrupa Birliği, bunu bu suretle başarabilecek.
“Atatürk İndeks’ini, öncelikle bu ülkeyi yaratan Mustafa Kemal Atatürk’e olan şükran borcumu göstermek ve ona teşekkür etmek için hazırladım. Moda ve klişelerin dışına çıkarak, ne yaptığını, niye yaptığını, nasıl yaptığını anlatmak istedim. Mustafa Kemal’in düşünce, eylem ve gerekçelerini anlatmaya çalıştım. Bu eserin temel kaynağı Nutuk’tur.”
“Arayış”; siyaset, ekonomi ve uluslararası siyaset alanlarındaki güncel olaylara farklı bir bakış açısı sunuyor. Yazar Cemil Özer, bilgi ve deneyimleriyle harmanladığı arayışı okuyucularla paylaşıyor.
Özer bu kitapta “Arayış, bir hedefle sonlandırılmamalı ve yaşla sınırlanmamalıdır. Ulaşılan her hedef, bir sonraki için başlama noktası olmalı. Arayış, beşikten mezara kadar süren doğal bir çabadır. Hayatın zorlukları, acımasızlıkları, insanlara eşit fırsat ve imkân vermiyor. Buna rağmen herkesin her zaman kendi çapında yapacağı bir şey mutlaka vardır.
En doğru hedef, ulaşılabilecek olandır…
En büyük güç, ümit ve kendine güvendir…
En kutsal iş, insanlığa hizmettir…
Sis perdesi aralanıp karanlık aydınlığa dönüştükçe, dünyanın güzellikleri ve imkânları daha net görünecek, refah artacak, güvenlik güçlenecek, insanlar arasında sevgi ve saygı bağları kuvvetlenecektir. Paylaşılmaktan duyulan hazzı, paylaşmayanların bilmesi mümkün değil” diyor.
Cemil Özer’in Arayış isimli kitabına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: https://www.icerikfabrikasi.com/Content.php?ID=1921
Türkiye’de ilk fotoğraflı kredi kartının, ilk elektronik piyango bayisinin, ilk telefon bankacılığının, ilk Migros Kartın fikir babası ve uygulayıcısı Bülent Şenver, deneyimlerini anlattığı kitabı Başardin’de yönetim felsefesini formüle ediyor ve başarının ipuçlarını bir hap gibi sunuyor. Başardin, okunması kolay bir başucu kitabı ve başarı örnekleri ile dolu. Kitabı okuduğunuzda hayatta bazı küçük şeylerin başarı kapılarını nasıl açtığını anlayacaksınız. Yaşanmış olaylarla zenginleştirilmiş Başardin, başarmanın hiç de zor olmadığını gösterecek.
“Tecrübelerinin toprak olmasını istemeyen” ve iş yaşamında başarı yolunda ilerlemek isteyen herkese seslenen bu kitapta, kendi alanlarında başarılı olmuş 52 değerli şahsiyet, kişisel tecrübelerini ve zenginliklerini paylaşıyor…
Ünlü isimlerden başarı öğütleri, hayat dersleri ve birbirinden ilginç anekdotlar…
Bu kitap, tanınmış, başarılı olmuş değişik kesimlerden zirvedeki 152 ismin öğütlerinin, güzel sözlerinin, anılarının ve fıkralarının bir araya getirildiği bir eser. Her zaman okunabilecek ve sonraki nesillere bırakılabilecek nitelikler taşıyan kitap okurlara verdiği öğütler ile başarının sırrını keşfetmelerine yardımcı oluyor. Kitabın içinde Sakıp Sabancı, Vehbi Koç, Bülent Eczacıbaşı, Feyyaz Berker, İshak Alaton, Nezih Demirkent, Üzeyir Garih gibi iş adamlarının yanı sıra Süleyman Demirel, Turgut Özal, Rauf Denktaş ve Fatih Terim gibi liderlerin de başarılı olmak için önemsedikleri değerlerin ipuçlarını bulabilirsiniz. Her yaşta okunabilecek, her okuduğunda başka anlam, başka yorum ve derinlik bulabileceğiniz bir eser olan Kulağınıza Küpe Olsun, Türkiye’nin 152 önemli insanını ölümlerinden sonra da yaşatacak ve onların tecrübelerinin nesiller boyu paylaşılması sağlayacak bir başucu kaynağı.
Yöneticilere başarı formülü
Altın Öğütler
Küresel ortamda şirketleri, finans, teknoloji ve sanayi birikimi ile dünya ekonomisinde AB; güç odağı olmaya devam ederken, ABD ile Transatlantik Ortaklık; G.Kore, Japonya, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ile serbest ticaret anlaşmalarını hızlandırıyor. Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki çok taraflı süreçte de kısmi ilerlemeler olacak. G20 ise gezegenin nüfus ve ekonomik yoğunluğunu en iyi kapsayan uluslararası platform olarak gelişiyor.
Avrupa kendi içinde “farklılaştırılmış entegrasyon” yönünde bir evrime girdi: merkezde daha federal yapıda bir çekirdek Euro bölgesi, etrafında Euro bölgesini de içine alan geniş AB çemberi. Bu geniş çember de bugüne göre daha derinleşmiş bir tek pazar olacak. Ayrıca Kopenhag siyasi kıstasları, enerji, çevre, sosyal politikalar gibi alanları da kapsayan bugünkü AB’nin daha etkin işleyen bir yapıya dönüşmesi anlamına gelecek. Türkiye de geniş AB’nin üyesi olma yolunda hızla ilerlemeli.
Bu yönde en etkili adım Avrupa için de örnek olacak, özgürlükçü, yaratıcı ve yalın bir 21. yüzyıl anayasasına sahip olmak olur. Özgür, yaratıcı ve özgüvenli insanlar ülkesi olabilmek toplumsal ortak hedefimiz olmalı. Ayrıca AB hedefi mevzuat uyumunun yanı sıra bir dizi alanda da somut hedeflerle desteklenmeli. Örneğin yenilenebilir enerji kullanım oranı, kadınların iş yaşamına katılımı, eğitim reformu, ar-ge, hızlı internet kullanımı, kobilerin istihdam yaratma gücü, yatırım ortamı… AB 2020 Stratejisi de bu çerçevede temel hedefler için önemli bir referans teşkil ediyor.
Çok eksenli küresel ortamda AB Türkiye için yegâne eksen değil. Ancak dünyanın en etkili demokratik değerler sistemi ve en büyük ekonomik güçlerinden biri olarak AB, Türkiye için ana eksen olma özelliğini koruyor. Avrupa kıtası Türkiye’nin en önemli ticaret, yatırım, finans, turizm, teknoloji ve sosyal işbirliği kaynağı olmayı sürdürüyor. Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci uluslararası yatırımlar açısından ülkenin çekim gücünü etkiliyor. Daha aktif dış politika ve dış ekonomik ilişkiler, hem küresel rekabet gücü hem de AB süreci açısından son derece gerekli. Fakat ulusal egemenlik açısından, AB karar sistemi dışında kalmaktan kaynaklanan sorunlar ancak AB üyeliği ile çözülür. Bu arada değişen dünya koşullarında Avrupa’da farklı entegrasyon çemberleri belirebilir. Bu senaryo karşısında Türkiye için en güçlü konum, AB üyeliğine hazır ve uluslararası ekonomik açılımları başarılı bir ülke olmaktır.
Ekonomi ve Doğa eş zamanlı olarak zor durumda. Dünya ekonomisi bir daralıyor, bir toparlanıyor, bazen durur gibi oluyor. Gezegen oksijen solumakta zorlanıyor. Mevcut uluslararası siyasal ağlar inceliyor. Kapitalizm kendini yenileme sancıları çekiyor. Yeni çarklar ve ağlar ufukta beliriyor. Serap mı görüyoruz? Yoksa 21. Yüzyılın dünya düzenini mi?
Bahadır Kaleağası’nın bu kitabında geçen yüzyıldan bu yüzyıla taşınan Avrupa-Batı serüvenimizin yolculuğunun evirilme noktalarını anlatıyor. Kaleağası, bu tanıklığı hem içeriden, hem de dışarıdan bir bakışla gerçekleştiriyor. İlgiyle, düşünerek, tartışarak okuyacağınız bir kitap Avrupa Yolunun Haritası.
Kitapta Avrupa’nın küresel düzendeki konumu ve Türkiye-AB ilişkileri, akademik bir temel üzerine inceleme, anı, yorum ve mizaha dayalı bir günlük kapsamında anlatılıyor.
TÜSİAD ve TİSK Avrupa Birliği ve UNICEF Temsilcisi Dr. Bahadır Kaleağası, kaleme aldığı Avrupa Galaksisinde Türkiye Yıldızı ile Türkiye’nin AB yolunda geçirdiği ve geçireceği aşamaları, bir uzman gözüyle derinlemesine irdelerken, politik, ekonomik ve sosyal boyuttaki soru işaretlerini de aydınlığa kavuşturuyor.
Avrupa Galaksisinde Türkiye Yıldızı, dünden bugüne ABD politikaları, küresel düzeni belirleyen ABD-AB ilişkileri, Türkiye-Avrupa-Amerika üçgeni, 25 AB üyesi ülkenin birlik içindeki durumu, uluslararası kuruluşların önemi gibi pek çok konuda “AB yolunda Türkiye” için önemli bir başucu kitabı.
Yıllardır Avrupa çalışmaları içinde bulunan ve gelişmeleri topluma aktaran Bahadır Kaleağası’nın, gençlerin AB ile ilgili sorularına yanıtlarından oluşan “N’olacak bu AB işi?”, ülkemizde AB hakkında yaygın olarak benimsenmiş çelişkili bilgileri ve özellikle gençlerin bunlardan geliştirdiği AB algısını saptamak amacını taşıyor.
Sivil Toplum Kurumu YÖRET Vakfı’nın GençYÖRET’li öğrencileriyle birlikte projelendirdiği bu çalışmada, Sosyolog Yazar Sevgi Özkan önderliğinde hazırlanan Bahadır Kaleağası söyleşisine yer veriliyor. “Gençler Soruyor Bahadır Kaleağası yanıtlıyor” üst başlığı ile yayımlanan “N’olacak bu AB işi?”, AB’ye girecek miyiz, neden AB, Avrupa’nın geleceği gibi sorulara yanıt verirken okuyucuların sağlıklı düşünmesini kolaylaştırarak gençlerin doğru fikir ve kararlar üretebilmelerine yardımcı oluyor.
G20 Gezegeni’nde, dünya ekonomisinin yüzde 90’ını temsil eden 20 gelişmiş ülke çerçevesinde Türkiye ve Avrupa Birliği’ne ilişkin geleceğin kısa tarihi anlatılıyor.
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde en deneyimli isimlerinden Bahadır Kaleağası Avrupa halklarının ne istediğinden, Türkiye’nin AB üyeliğinin “neden, ne zaman, nasıl”ına; Çin ve Hindistan’ın hamlelerinden, uluslararası futbol turnuvalarına; vize sorunundan lobi faaliyetlerine kadar, geleceğin inşasında rol oynayan her şeyi bu kitabında okuyucuyla buluşturuyor.
The importance of Turkey rests on its special strategic position and, increasingly, on its growing economic power. Although Turkey has begun to play its part in the arena of European affairs, its national and local institutions and issues are little understood. Turkey’s recent history has appeared to fluctuate between tentative democracy and martial rule dependent upon the balance of power within the military and bureaucracy. “Turkish State and Turkish Society” examines the causes and effects of the tension between Turkey’s formal constitution and the actual way power is exercised in society. Approaching the concept of power from perspectives as diverse as that of Kurdish tribesmen, urban feminists, soldiers, and national and local administrators, the book provides an expansive picture of Turkish society.
Turkey occupies a strategic position in today’s world: culturally, historically, and geographically, it is the link between Islam and Western democracy, between Europe and the Middle East. The only predominantly Muslim nation to be a member of NATO and an ally of Israel, Turkey straddles both Europe and Asia. And it boasts an economy larger than any of the states that have joined the EU in recent years–Istanbul alone has a bigger economy than that of Hungary or the Czech Republic–with pipelines that carry much of the world’s oil and gas. Andrew Finkel has spent twenty years in Turkey writing about the country for a number of leading news media such as The Economist and Time magazine. In this concise book, Finkel unravels Turkey’s complexities, setting them against the historical background of the Ottoman Empire, the secular nationalist revolution led by Kemal Ataturk, and repeated political interventions by the military, which sees itself as the guardian of Ataturk’s legacy. Finkel reveals a nation full of surprises. Turkey’s labyrinthine politics often lead to such unexpected outcomes as leaders of the untra-nationalist party starting on the road to EU membership by voting to scrap the death penalty–which also meant giving a reprieve to the convicted leader of the Kurdish separatist movement. And where else but in Turkey, Finkel writes, would secularist liberals have supported a prime minister who was once jailed for promoting religious extremism? From the Kurdish question to economic policy, from Turkey’s role in Iraq to its quest for EU membership, Finkel illuminates the past and present of this unique, and uniquely consequential, country.
”İstanbul’dan başlayarak önce tüm Türkiye’de, sonrada dünyada etkisi hissedilen Gezi Parkı sürecinin sosyal medya boyutunun incelendiği bu kitap, günümüzün insanı olan Dijital Vatandaşı anlatmak üzerine hazırlandı. Yaşananlara ışık tutmakla birlikte, bundan sonra ne olacak sorusunun cevabı da bu kitapta.”
Profesyoneller, satış mesleğini sürdüren ya da sürdürdüğünü sanan toplam kişi sayısının yüzde 20’sini bile oluşturamıyor. Herkes onların peşinde ama onlar bulunmaz Hint kumaşı gibi zor bulunuyorlar. Bu kitapta yazar, profesyonellerin ligine giriş kurallarına değiniyor.
Satışı Cepheden Yönetmek kitabı, Ali Kırman’ın kariyer hayatı boyunca edindiği tecrübelerini, satış yönetimi konusunda edindiği bilgilerini aktarıyor. Kitapta, sizi hedeflerinize götürecek teknik ve taktikler yer alıyor.
Bu kitap, yalnız iş dünyasındakilere değil, öğrencilere, öğretmenlere, eğitmenlere, eğitim görevlilerine, politikacılara ve bir grup insan önüne çıkarak konuşması gereken herkese, en çok gereksinim duyulan ve büyük farklılık yaratan, etkili konuşma tekniklerini sunuyor.
Bu romandaki ana öykü çeşitli karakterlerce aktarılmaktadır.
Bu karakterlerden biri; yaşadığı onca zorluğa rağmen asla ümitsizliğe düşmeyen, kaybettiği anlarda dahi dürüst olmaktan taviz vermeyen, adam gibi adam, canla başla çalışan birisi. Hani yanında çalışanları çocukları gibi seven ve koruyan biraz da filmlerdeki Hulusi Kentmen gibi babacan bir iş adamı, aileden zengin ama sonraları ticaretle uğraşırken yaşanan krizlerle zor duruma düşen mal varlığını büyük ölçüde yitiren ama çekirdekten yetişme bir patron…
Onun ve ailesinin yaşadıkları ile onlarca ana ve yardımcı karakterin yaşamından kesitler sunuyor roman…
Okuyacaklarınız klasik yapının dışında bir kurguyla sizi o dünyalara çekecek. İşte o an romanın temelde bizleri belki de firmanızı, sizi hatta ülkemizi ve insanımızı anlatan boyutlarını göreceksiniz.
Müşteri İlişkileri Yönetimi Hakkında Bilinmesi Gerekenler; Kişisel firma olarak başarılı olmak istiyor musunuz? Etkinlik ve konferanslara gidiyor ve üzerinde konuşulan “CRM yani Customer Relation Management” terimini merak ediyorsanız bu kitapta sorularınıza cevaplar bulacaksınız.
CRM; hem ön ofis (pazarlama, satış ve müşteri servisi) hem arka ofis (muhasebe, üretim, lojistik) uygulaması olmakla kalmayıp aynı zamanda diğer tüm bölümler, müşteriler ve iş ortakları ile koordinasyonu ve iş birliğini sağlayan müşteri merkezli bir ilişki yönetimi felsefesidir.
CRM terimi sizin için eğer sadece bir yazılımı çağrıştırıyorsa ve o yazılımın da sadece çağrı merkezlerinde kullanılacak bir çözüm olduğunu düşünüyorsanız, daha kötüsü o yazılımın kullanıcı eğitimi size CRM eğitimi olarak sunulmuşsa bu kitabı okumanız gerekiyor.
Eğer doğru anlar ve uygularsanız CRM bir yönetim felsefesi olarak firmanızı başarıya taşıyacaktır. Bu kitabı okumanız sonrası eğer firmanızdaki diğer yöneticileri ve konuyu öğrenmek isteyenleri CRM konusunda bilgilendirmek isterseniz kitaptan onlara da hediye edebilirsiniz.
Size ve firmanıza CRM yolculuğunuzda başarılar diliyorum. (Tanıtım Yazısından)
“Müşteri İlişkileri Yönetimi (MİY) ya da kısaca popüler ifade ile CRM (Customer Relationship Management) içinde geçen müşteri kelimesi genelde satışı çağrıştırdığından bir çoklarınca bir pazarlama/satış yaklaşımı olarak düşünülmekte, hatta bazı yazılımcı ve satıcılar tarafından böyle tarif edilmektedir. Oysa pazarlama/satış CRM’in sadece bir boyutunu ifade edebilir, çünkü CRM, içinde pazarlama/satış boyutunu da bulunduran çok boyutlu bir yönetim felsefesidir…
Başarının anahtarı Müşteride, Başka Yerde Aramayın..”
Sorun, Problem ve Krizlere Çözüm Önerileri. Bu kitabı özellikle “krizleri yok sayanlar”” okumalı, öte yandan “krizleri kabul eden ve yönetmeye çalışanlar” için ise kitapta bolca bilgi, örnek ve bakış açıları var. Kitapta; sorunlar, problemler, askeri, siyasi, bölgesel ya da küresel riskler, sosyal, ekonomik krizler, terör ve savaş, batık bankalar, AB, IMF, doğal afetler, 11 Eylül, Çin tehdidi, özelleştirme, yönetim, liderlik, eğitim, teknoloji, satış, pazarlama, strateji, suni gündem, magazin, uyutulma kültürü yanında iş dünyası, aşk, siyaset ve talan dörtlüsü konularına değiniliyor. Eğer, “Bazı krizleri yönetmek ne güzel olurdu” diye düşünüyorsanız ve krizlerin farkında olarak çözümler arıyorsanız doğru kitabı buldunuz…
Kriz, Çincede “fırsat” ve “tehlike” kelimelerinden oluşmaktadır. Kriz deyince aklımıza nedense sadece “ekonomik kriz” geliyor. Doğal afetlerle ilgili krizleri ise yönetemiyoruz. Dahası genelde merkeziyetçi, gelişmeye, dünyaya kapalı, emir komuta zinciri ile yönetilmeye çalışılan şirketlerimizin çokluğu ve yönetimlerinin krizleri örtbas etmeleri nedeniyle yönetimsel krizleri pek tanımıyoruz. Oysa kriz, yaşantımızda ve iş hayatında ölüm veya vergiler kadar kaçınılmazdır. Bu kitapta birçok kişinin görüşlerini de bulacaksınız. İşte bazıları; Aziz Bulgu (Migros Türk A. Ş.), Atilla Yıldıztekin, Serdar Erkoca, Mehmet Nuri Çankaya (Microsoft Türkiye), Prof. Dr. Güler Aras (Yıldız Teknik Ünv.), Prof. Dr. İbrahim Kırcova (Yıldız Teknik Ünv.), Prof. Dr. Sedefhan Oğuz (Yeditepe Ü nv.), Dr. Yılmaz Argüden (Arge Danışmanlık), Artemiz Güler, Levent Karadağ (Türkiye Bilişim Derneği – İstanbul), Bülent Şenver, Hakan Ömer Gider, Süleyman Orakçıoğlu (Orka Tekstil / İHKİB), Doç. Dr. Serdar Pirtini (Marmara Ünv.), Doç. Dr. Gürcan Papatya (Süleyman Demirel Ünv.) Rahmi İlhan Duygu (İstanbul Bilgi Ünv. MBA), Bülent Sağlam, Edin Güçlü Sözer, Deniz Ağgül Güler, Oğuz C. Gel, Mehmet Önder (Uyumsoft / KOBİDA), Taner Özdeş, Yavuz Onay (Türk – Çin İş Konseyi Başkanı) yanında çeşitli kişiler ve “Sizin Bölümünüz” var. Bu kitapta sizin görüşlerinize de yer var. Bunun için kitabı almanız yeterli. Eğer çevrenizi kriz yönetiminin önemi hakkında bilgilendirmek istiyorsanız “konuya ilgi duyanlar” yanında “kriz kelimesini dahi kabul etmeyen” ve “krizleri yönetemeyen” kişilere bu kitaptan hediye edebilirsiniz. Türkiye krizlerini hep yönetmiştir ve yönetecektir. Yeter ki kriz yönetiminden doğru yararlanalım. (Arka Kapak)
Bu kitapta satış ve pazarlama konusunda alanında uzman 32 yazarın kaleminden eşsiz öyküler ve örnekler sizi bekliyor…Bağımsız Danışman Abdullah Bozgeyik’in liderliğinde oluşturulan, çok sayıda satış/pazarlama danışmanı ve eğitmenin katkıda bulunduğu bu eser e-kitap olarak okuyucusuyla buluşuyor. (Tanıtım Bülteninden)
Bu vadide, bir taraftan varlıklı bir ailenin çocuğu olan, yurt dışında en iyi okullarda okuyan, sonrasında kendi şirketlerinin yöneticiliğini üstlenen Yaşar, diğer taraftan orta gelirli bir aileden gelen ve kendi gayretiyle birçok firmada üst düzey yöneticiliğe yükselerek iş dünyasının ulaşılmaz plazalarında kendine yer edinmeyi beceren Murat… Onların özel yaşamlarında, kişisel gelişim çabalarında, aile ve iş yaşantılarında kendi hayatınızdan kesitler bulacaksınız. Televizyon dizileri veya filmlerde belki de gıptayla izlediğimiz hayatları ve şirketlerin üst düzey yöneticilerinin ilişkilerinin gerçek hikâyesini bir solukta okuyacaksınız. Kısaca; kimi zaman iş yaşamının mafya, derin devlet, tefeciler, hortumculuk, entrika, ihanet ve tabii ki aşk ile renklenen, kimi zaman ise ruhsuz soğuk bir kül rengine bürünen hatta teknoloji casusluğunun hüküm sürdüğü beton-çelikten oluşan kafeslere ayna tutan “Plazalar Vadisi” ile heyecan dolu bir yolculuğa çıkmak isteyenler yerlerini ayırtsınlar.
Bu kitabı, ‘krizi yok sayanlar’ okumalı. Öte yandan “krizi kabul edenler ve krizden söz edenler” ise kitapta kendilerine hitap edecek çok şey bulacaklar.
Günümüzde yaşanan çeşitli krizler nedeniyle yaşamın bir parçası haline gelen ‘kriz’ tanımı ve türleri eskisi gibi değil. Kriz tek kelime ama onlarca türü var. Önceleri kriz kelimesi bize sinir ve kalp krizini, Körfez Savaşı sonrası ise Körfez Krizi’ni hatırlatıyordu.
Biz iş adamlarının hayatı zenginlik, lüks ve ihtişam içinde geçer; plazalar, jipler, villalar, yatlar, kadınlar…
Bütün bunlar gözlerinizi kamaştırıyor, değil mi? Büyük bir olasılıkla da, “Neden tüm bunlara ben de sahip değilim?” diye kendinize soruyorsunuzdur…
Sonra da bizleri hem kara para, yolsuzluk, hortumlamalar, rüşvet sarmalında görüp, hem de siyasiler ve mafyayla ilişkilerimizden hatta yaşanan krizlerden dolayı suçlayıp kendinizi rahatlatıyorsunuzdur.
Çünkü iş hayatında başarının ancak böyle elde edileceğine inanıyorsunuz, değil mi?
Sizi rahatlatacaksa itiraf ediyorum; evet, her şeyi ben yaptım…
Peki, sizce tek suçlu ben miyim? Sizin hiç suçunuz yok mu? Eğer imkânınız olsaydı benim yaptıklarımı siz de yapmaz mıydınız?
İtiraf edin ve kurtulun bence… Neyi niçin mi itiraf edeceksiniz?
Bu kitapta tüm hayatımı ve yaptıklarımı anlattım, hem de tüm açıklığıyla, henüz okumadınız mı?
Ben her şeyi itiraf ederek rahatladım. Sıra sizde… Okuyun ve size tuttuğum aynada kendinizle yüzleşin; cesaretiniz varsa tabii…
Girişimci olmayı hiç düşündünüz mü veya denediniz mi? Yaş ile sınırlı değil girişimcilik. Emeklilerin, kadınların, engellilerin ve gençlerin girişimci olabilmesinin önündeki tek engel kendileridir. Başarabilirsiniz, başarabiliriz, yeter ki ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı bilelim, inanalım ve başarmak isteyelim. Girişimcilikte bir tarafta başarı isteği iştahınızı kabartırken diğer tarafta ise başarısızlık riski sizi korkutuyor olabilir. Hatta bu korku size çeşitli engeller çıkarıyorsa ve deneyemiyorsanız merak etmeyin, bu kitapta yüreklendirici çeşitli fikirler ve yazılar bulacaksınız.
Konuk Yazıları: Doç. Dr. Güler Aras, Osman Faik Bilge, Dr. Yılmaz Argüden, Yrd. Doç. Dr. Nurhan Papatya, Adnan Kasapçı, Recep Aksoylu, Atilla Filiz, Ecmel Ayral, Melek Bar Elmas, Osman Arslan Tunçelli, Murat Yanıklar, M. Emre Civelek, Ulaş Bıçakçı, Şerif Kaynar, Nevzat Aydın, Ali Türker, Atilla Yıldıztekin, Recep Bozlağan. Röportajlar: Yurtsan Atakan, Mithat Bereket, Asaf Savaş Akat, Rasim Yılmaz, Artemiz Güler, Ulaş Bıçakçı, Yaprak Özer, Ayşen Arıduru, Cem Yeker, İbrahim Demir, Uğur Develi, Erkin Murat Küçük, M. Emin Aydar, Melek Bar Elmas, Tansu Yeğen, Aykut Altındağ, Atıf Ünaldı, Ziya Gökalp, Murat Albayrakoğlu, Doç. Dr. İbrahim Kırcova, Yrd. Doç. Dr. Gürcan Papatya, Yrd. Doç. Dr. Serdar Pırtını, Hüseyin Özer, Emin Hıtay, Bülent Sağlam, Nevzat Aydın, Osman Arslan Tunçelli, Hayrettin Karaca, İbrahim Mırmahmutoğulları, Metin Erdoğdu, Ahmet Nazif Zorlu, Süleyman Orakçıoğlu, Faik Somer, Canan Ediboğlu (Arka Kapak’tan)
Verilen mesajların hedefe ulaşmasını sağlamak için dizayn edilen modülde, dinleyiciler karşısında güvenilir ve ikna edici performans göstermek için içerik ve tekniğin yanı sıra beden dilini etkin kullanmak üzere çalışılır, mesaj hazırlama teknikleri ve platform becerileri tamamen pratiğe dayalı olarak incelenir.
EĞİTİM İÇERİĞİ
Küçük, büyük her boy gruba ikna edici konuşmalar yapabilmek önemli bir yöneticilik becerisidir. Bu eğitim, bilgilendirici ve ikna edici sunumların en etkin biçimde yapılabilmesi için gerekli olan doğru fiziksel becerilerin nasıl uygulanacağını ve konuşmanın içeriğinin nasıl düzenleneceğini öğretir.
Bu modülde katılımcıların etkili bir sunum için gerekli olan teknikleri öğrenmeleri ve uygulamaları sağlanır:
Mesajın (içeriğin) kolay anlaşılır biçimde düzenlenmesi öğretilir.
KİMLER BU EĞİTİMİ ALMALI?
EĞİTİM SÜRESİ
Yarım gün 1 gün arasında değişmektedir.
Eğitim taleplerinizi iletin size ulaşalım.
Algı Yönetimi eğitim modülü, analitiktir ve araştırma kuruluşlarıyla işbirliği yapılarak verilen eğitimlerden oluşmaktadır. Milyonlarca kişi üzerinde bırakılan iz, negatif algılanan bir konuyu pozitife çevirebilmek, doğru izlenim yaratmak, iyi olanı sürdürebilmek…
EĞİTİM İÇERİĞİ
Kurumun hedef kitlesi, çalışan profili, yatırımcı ilişkileri ile ilgili yapılan araştırmalar, veriye dayanan yorumlarla değerlendirilir ve buna göre temel gruplarda iletişim stratejileri geliştirilerek sistematik olarak algı yönetimi çalışması yapılır.
KİMLER BU EĞİTİMİ ALMALI?
Üst düzey yöneticiler, pazarlama departmanları ve yöneticileri
EĞİTİM SÜRESİ
Tam günlük bir eğitimdir ve ihtiyaca bağlı olarak tekrarlanması önerilmektedir.
Eğitim taleplerinizi iletin size ulaşalım.