Bu ülkede iş sahibi olmak çoğu zaman bahtsızlık gibi düşünülebilir. Bunu da nereden çıkardın sorusunu duyar gibiyim, açıkçası bunu bir işletme sahibi olarak değil gözlemlerim ve mesleğim gereği hemen her gün duyduğum şeyler üzerine söylüyorum.
Bildiğiniz üzere Türkiye bir KOBİ cenneti. Yani Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler.
Tanıdığım tüm KOBİ sahipleri benzer şeylerden şikayetçiler, benzer profildeler ve benzer konularda yorgunlar. Hemen hepsinin cesaretleri, değişen ekonomik koşullara rağmen manevra kabiliyetleri ve iletişim becerileri inanılmaz yüksek.
Bu kadar özgün niteliklere sahipken bir taraftan şikayetleri de o kadar aynı ki.
Ekiplerinin performans düşüklüğü, çok yoruldukları ve kendileri olmadan işlerin yürümemesinden şikayet eden, bunun da iş sahibinin değişmez bir kaderi olduğunu düşünen bir sürü değerli insan.
Büyük emeklerle iş yerlerini hatta bir kısmı markalarını bir noktaya kadar taşımışlar ve hala korkunç bir mücadele içindeler.
Çoğunluğunda büyük emek, büyük tecrübe ve tabii ki büyük yanılgılar da var. İşlerini bir noktaya getirene kadar iyi niyetlerini suiistimal etmiş insanlardan kalan arazla ciddi bir güven sorunu ve teslim olma ile ilgili travmatik bir durumları olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Önerilen birçok şeyin altında bir art niyet arama veya önerinin sebebini sorgulamanın sebebi hep zamanında yaşadıkları güven suiistimalleri.
Bir taraftan da, biraz fazla efor sarf eden bir çalışanları olduğunu gördüklerinde övgüyü de abartmadan duramıyorlar. Çünkü yalnızlık onların bir başka ortak noktaları.
Bedel ödeyerek elde ettikleri başarılarının, hiç emek harcamamış kişiler tarafından da benimsenmesini beklemeleri temel sorun aslında. Bunu söylediğim tek bir iş sahibi bile aksini iddia etmedi.
Tüm bunların yanı sıra, işletme sahiplerinin ikinci kuşağına bakınca görülüyor ki görevi devretme telaşından veya “ben çektim sen çekme oğlum/kızım“ düşünce yapısından bir başka sorun daha kucaklarına geliveriyor, çünkü çoğu ikinci kuşak olan çocuklar, başka hiçbir işletmede çalışmadığı için doğruyu yanlışı bilmeden, kimseden emir almadan ve en önemlisi emek harcayıp karşılığını almamanın ihanetini yaşamadan veliaht oluveriyorlar.
Geçenlerde bir işletmenin ikinci kuşağından olan biri bana “bize yapılan en büyük kötülük dış dünyayı göstermemeleri oldu” dedi. Çok haklıydı.
Değerli iş sahipleri; kabul ederseniz size birkaç öneride bulunabilir miyim?
Ekiplerinizin gelişimi için zaman harcayın.
Sabırlı olun.
Hak edenlere ve güven oluşturanlara gelişim yatırımı yapmaktan çekinmeyin. Siz iyi bir patronsanız öğrendiklerini dışarıda kullanma ihtiyacı aramayacaklardır. Yani ölü yatırım yapıp yapmamak sizin yönetim modelinize endekslidir.
Yetki verin.
Güvenin. Tabii ki kontrol etmeyi de ihmal etmeyin. Güven iyidir ama kontrol daha iyidir. Kontrolü gözlerinin önünde de yapmayın.
Delegasyona inanın. Hem yetkiyi bırakmayıp hem görev dağılımı yapmadan daha az yorulmak hayalden bile öte bir rüya.
Geri bildirim vermeyi bir iş planı olarak görün.
Performans yöntemlerini kullanın. Herkes patronu tarafından objektif değerlendirilmekten çok memnun. İnanın.
Övgülerinizi herkesin içinde eleştirilerinizi baş başayken yapın.
Beyin takımı oluşturun. Bu kişiler şirketinizin yapı taşlarıdır, ama kimsenin vazgeçilmez olmadığını bilerek işin detaylarını bir kişinin eline bırakmayın.
Her çalışanın sağlık veya mücbir sebeplerle şirketinizde çalışamama ihtimalini de düşünün. Her işin bir alternatif çalışanı olsun.
Stresli olduğunuzda iş yerinizde durmayın. Kısa süreli bile olsa şirketinizin dışına çıkıp sonra siniriniz yatışınca geri dönün.
Çalışanlarınızın fikir üretmeleri için platformlar yaratın.
Bir sorun olduğunda çözümü peşinen söylemeyin. Bırakın çözüm konusunda öneriler sunsunlar.
Sorumluluk verdiğiniz gibi yetki de verin.
Sizden daha zeki insanları işe alın hatta daha becerikli. Sizden daha az donanımlı insanlara para vererek zaman kaybetmeyin.
Vizyoner çalışanlar şirketinizi ileriye götürebilir.
Sizinle aynı fikirde olmayan ve size karşı fikrini savunan insanlara değer verin, görev verin ve yüreklendirin.
Markanızın tanıtımından çekinmeyin. Hala global bir markamızın olmadığını unutmayın. Neden sizinki olmasın?
Şirketinizi üç ve on yıl sonra nasıl görünmesini istediğinizi net olarak belirleyin. Ve bugün tüm iş davranış ve kararlarınız bu hedefe hizmet eder uyumda mı?
Ve son olarak.
Kendinize çok ama çok iyi bakın.
Bu ülke, girişimcilerin sayesinde hak ettiği gelişmiş ülke noktasına gelecektir.