Dengeler hızla değişiyor. Türkiye bu değişimlere ayak uydurabilecek mi? Hem evet, hem hayır.
Evet, çünkü geopolitik konumu gereği Türkiye’nin dünyada olup bitenin dışında kalmasa pek mümkün değil. Ayak uyduramasa da uydurmak zorunda bırakılır. Bu 2 yıldır şahit olunan bir gerçek.
Hayır, çünkü Türkiye demokrasi çatasından sapmış bir ülke. Hak, hukuk, kanun gibi kavramların anlamlarını yitirdiği bir ülke. Siyaset, ekonomi ve de dış politikanın beraber yürümesinin her geçen gün daha da zorlaştığı bir ülke. Neden derseniz, çok basit bir açıklaması var: Ülkeyi yönetenler sadece kısa vadeyi (10-20 yıl) düşündükleri ve de uzun dönemli (50-100 yıl) büyümeyi göz ardı ettikleri için.
Siyaset ve dış politikaya bakacak olursak, ikisi tamamen birbirinden kopuk. Siyaset her şartta iktidarda kalmak ve kontrolü elde tutmak üzerine kurulu ve de bu amaç göz önüne alındığında gayet başarılı. Halk ekonomik olarak daha iyi durumda olmayı ve hizmet almayı, düşünce ve ifade özgürlüğünden üstün tutarak bu siyasi çizgiyi destekliyor. Kısa vade de alan razı-veren razı bir durum. Ama uzun vadede de öyle mi? Her türlü özgürlüğün kısıtlandığı bir ortamdan yaratıcılık beklenebilinir mi? Yaratıcılık olmadan 50-100 yıllık büyüme ve gelişme sağlanabilir mi? Demokrasinin aldığı darbeler dış politikada Türkiye’yi güçlü mü kılar yoksa yalnızlığa ve marjinalliğe mi iter?
Tabiki eğer ekonomi hep çok güçlü kalabilirse o zaman dış politika da yalnızlık ve düşünce ve ifade özgürlüğünden kime ne? Tarihte askeri hegemonlar hep devrilmiş ama ekonomik hegemonlar hep var olmuştur. 1 milyon liralık soru bu: Türkiye ekonomisi ne kadar daha güçlü kalacak? Yine bir kısa vade-uzun vade meselesi. Uzun dönemli kalıcı büyüme için atılan adımlar kısa dönemli popülist politikalar kadar emin adımlar değil. Kredi derecelendirme kuruluşları ve dünyadaki önemli kuruluşlar Türkiye’nin büyüme tahminlerini aşağıya çekiyor. 8-10 yıllık bir büyümeden sonra genelde gelişmekte olan ülkelerin içinde bulundukları tipik bir durum. IMF’nin raporunda 2014 büyüme tahminimiz %3,7’den %3,5’e revize edildi. Bunda en büyük neden global büyümenin zayıflığı, küresel piyasa istikrarsızlıklarının Türkiye gibi ekonomilerde finans koşullarında daralmaya neden olmasıdır. Buna karşılık Türk Lirası’nda olacak değer kaybı cari açığa yardım etse de aynı zamanda enflasyonu kötü etkiler. Bu ortamda doğru para politikası Merkez Bankası’nın yaptığı gibi faiz artışıdır. Bu politika aynı zamanda dış finansman ihtiyacının karşılanamaması riskinin iç yatırımdaki yavaşlama riskinden daha fazla olduğunu gösterir ki Türkiye için en önemli ekonomik risk, IMF ve Dünya Bankası’nın da belirttiği gibi sadece bu ihtiyacın karşılanamaması değil, bu açığın iş dünyasındaki döviz açık pozisyonu olarak kendini göstermesidir. 1997-1998 Asya krizinin temelindeki kırılganlık da aynen budur. Ekonominin durumunu bu kırılganlıkların ne yöne doğru ilerleyeceği belirleyecektir.