Kendimi şanslı hissediyorum
Sedat Birol, yirmi yıldır Eczacıbaşı Topluluğu’nda çalışıyor. Son yedi yıldır Sağlık Grubu Başkanlığı görevini üstlenmiş. Lise sonrasında gençlik yıllarının önemli bir dönemini yurtdışında geçiren Birol, edindiği birikimlerini işine yansıtmayı başaran bir kişi. İşinin yanı sıra ailesine, dinlenme ve eğlenceye, hobilerine de zaman ayırabilen Birol, kendi yirmili, otuzlu yaşlarına hitaben yazdığı mektubunda günümüzün 30 yaş gençlerine de seslendi…
Sevgili Sedat,
Hayatımın bir bölümünün en yakın tanığı… Benim değerli gençliğim,
Ellili yaşlarımı sürdüğüm, hayata dair isteklerimi büyük ölçüde elde ettiğim şu günlerde sana bir mektup yazmak geldi içimden. Belki bir anlamda, yirmili-otuzlu yaşlarını süren seni biraz rahatlatmak için, belki halen senin yaşını sürdürmekte olanlara seslenmek için, ya da kendi muhasebemi yapmak için:, bilmiyorum… Farkında olduğum şey, bu mektubun ikimize de iyi geleceği duygusu…
1955 yılında İstanbul’da doğdum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Şişli Terakki Lisesi’nde bitirdim ki senin Sevgili Sedat, halen anılarını taze tuttuğun dönemler bunlar… Benim içinse biraz gerilerde kaldı. Ardından Almanya’da kimya mühendisliği okuyarak üniversite eğitimini tamamladım. Üniversite eğitimimin ardından Amerika’da organik kimya üzerine yüksek lisans yaptım, maalesef… Niye maalesef dediğimi daha sonra anlatayım istersen.
Yüksek lisans bitince Amerika’da hem üniversitede ders verdim bir profesöre yardımcı olarak, hem de dört yıl New York’ta Manhattan’da çalıştım. Çok güzel günlerdi, değerli tecrübeler kazandım. 1990 yılında Türkiye’ye geri döndüm ve Eczacıbaşı Özgün Kimyasal Ürünler’e girdim. 20 yıldır da Eczacıbaşı’nda çalışıyorum. Buradaki ilk işime de aslında genel müdür olarak girdim. Eczacıbaşı’nın ilaç hammaddesi üreten firmasına genel müdür oldum. Dört yıl sonra Eczacıbaşı ile Baxter’ın ortak olarak kurduğu şirkete ilk genel müdür olarak atandım. 2001 yılında Eczacıbaşı İlaç Sanayii’nin genel müdürlüğü sorumluluğunu üstlendim. 2004 yılında da Eczacıbaşı İlaç Grubu, şimdiki adıyla da Sağlık Grubu’nun Başkanı oldum ve 2004 yılından beri de aynı pozisyondayım.
İş hayatımda kariyer günlerim sürüp giderken evlendim de… İpek adında 16 yaşında bir kız çocuğum var. Benim gibi o da tenisçi. Ben tenise 10 yaşında başlamıştım biliyorsun Sevgili Sedat ve 45 yıldır hâlâ daha tenis oynuyorum… Kızım da şu anda teniste ciddi bir performans oyuncusu. Türkiye’de dereceleri var. Eşim bankacıydı, artık çalışmıyor. Senin de iyi bildiğin gibi çok koyu bir Galatasaraylıyım. Vakit buldukça Galatasaray maçlarına hâlâ gidiyorum.
İşte böyle Sevgili Sedat,
Hayatımın, senin henüz tanık olamadığın bölümünü biraz özetlemeye çalıştım. Gördüğün gibi iş hayatımda da özel hayatımda da her şey yolunda… Bu nedenle beni düşünürken kaygılara kapılman için hiçbir neden yok… Yine de, eğer sorarsan, yapmak istediklerimi tam istediğim gibi yapabildim mi, ya da içimde yarım kalan bir şeyler oldu mu diye… Söyleyeceğim birkaç söz var elbette…
Mesela farklı bir tahsil seçerdim… Bu ilk sırada gelir. Kimya mühendisliği, ardından organik kimya üzerine bir yüksek lisans programı kesinlikle yapmazdım. Zaten bunları da zaman zaman hep söylerim. Farklı bir kanala yönelmememin sebebiyse, o zamanlar şimdiki gibi imkânlara sahip olmamamızdı…
Sevgili Gençliğim,
Bu bölümü sana anlatmakta biraz zorlanabilirim, ama beni dikkatle okuduğunda hayal dünyanı da zenginleştirebilirsen eğer, anlayacağından eminim. Mesela senin hiç tanışmadığın bir haberleşme ve bilgi alma sistemi var bugün. Onu “internet” olarak adlandırıyor bütün dünya… Tabii değişik ülkelerde telaffuzu biraz farklılaşıyordur… İnternet, bilgisayarlar vasıtasıyla ulaşabildiğimiz uluslararası bir sistem. Saniyeler içinde, Türkiye’den dünyanın herhangi bir köşesinde olup bitenleri öğrenmemize olanak sağlıyor. Ya da yine saniyeler içinde dünyanın bir başka ülkesindeki kişilerle doğrudan mektuplaşmamıza yarıyor. Bu teknoloji bundan kırk yıl kadar önce varolsaydı, sen de (aynı zamanda ben!) doğrudan kimya okumak yerine belki başka tercihlere, kişiliğine daha yakın alanlara yönelirdin.
İnternetin olmadığı, bilgiye son derece zor şartlarda ulaşılabildiği bir dönemde, üstelik bir de bazı meslekler çok öndeyse gençler için fazla seçenek kalmıyordu. Hele bir de doktor, avukat, mühendis olmayanın evlenmesine “zor iş” diye bakıldığı düşünülürse, zamanın şartları daha iyi anlaşılabilir…
Tabii ben sadece evlenebilme kaygısıyla kimya mühendisi olmadım Sevgili Sedat…
Fakat neden kimya mühendisi olduğumu düşündüğümde, ilk aklıma gelen, lisedeki kimya öğretmenimi çok seviyor olmam. Sanırım kararımı bu etkiledi. Ben lise yıllarımda da çok aktif bir gençtim. Tembel bir öğrenci değildim. Tenise düşkünlüğüm o yıllarda da vardı, hatırlarsın sen de… Her neyse, sonuçta kimyaya karar verdim. Daha sonra da Amerika’ya gittim, İngilizceme pek güvenemedim ve bu nedenle daha çok formül ağırlıklı olacağı için Amerika’da organik kimya üzerine yüksek lisans yapmak bana akıllıca geldi…
Bu satırları gülümseyerek okuduğunun farkındayım, Sevgili Sedat…
Ne demek istediğimi anladığını anlıyorum… Aradan geçen yıllardan sonra şimdi biliyorum ki, eğer bir şansım daha olsaydı endüstri mühendisliği okurdum… Kendimi hayatın akışına bırakmaz, şartları zorlardım. Üzerine bir de işletme yüksek lisansı yapmak iyi olurdu… Ben bunları söyleyince sakın yanlış anlama. Bugün hayattaki pozisyonumdan mutlu olup olmadığım sorusu gelmiştir aklına hemen… Bu sorunun tek cevabı var: Evet çok mutluyum. Çelişkili görünse de…
Çünkü ben her zaman kurumsallaşmış, çok iyi bir şirkette üst düzey yönetici olayım isterdim. Kendi işim olmasını hiçbir zaman çok arzulamadım. Böyle bir rüyam olmadı, hep bir grubun parçası olmayı istedim. Yalnız çalışmaktan, yalnız evde bulunmaktan ve de yalnızlıktan hoşlanan biri olmadım hiç! İnsanlarla olmaktan hoşlanırım ve üst düzey yöneticilik buna çok uygun. Sürekli fikir alışverişi, toplantılar, organizasyonlar yapılması tama bana göre ve çalıştığım firmamı çok seviyorum. Amerika’dan Türkiye’ye döndüğümde tam da istediğim gibi bir firmaya girmiş oldum. Eczacıbaşı’nda 20 yıl süreyle kalmamın en önemli nedenlerin başında kurumsal ilkelerine duyduğum saygı ve çalışanlarına eşit koşullarda sağladığı daha fazla yetki ve sorumluluk alma sürecindeki şeffaflıktır.
Aslında Sevgili Sedat, sen şanslı bir kişisin…
Şimdilerde ben bunun çok daha açık olarak farkındayım… Amerika’da kaldım yıllarca. Bu kalmam pek planlı olmadı aslında. Birkaç aylığına Amerika’ya gitmiştim ama tam sekiz yıl kaldım. İnsan orada bir şeylere dalıyor, Amerika’nın imkânları, zenginliği ve çeşitliliği ilginç geliyor. Mesela ben Almanya’da kimya mühendisliği okurken laboratuvara çok az girerdik; 1970’li yıllarda hem bize sunulan zamanlar hem de imkânlar çok sınırlıydı. 1980’li yıllarda Amerika’ya gittiğimde ise bana bir anahtar verdiler ve koskoca laboratuvar benimdi… Her öğrencinin bir laboratuvarı vardı. Bu şartlar o sıralarda Amerika’da vardı ve tabii Türkiye’deki durum bambaşkaydı. İşte bu tür şeylerin cazibesine kapılan insanlar, tıpkı benim gibi, orada kalıyorlar.
Yurtdışında bir süre iş deneyimi yaşamanın, insan hayatında muazzam faydaları olabiliyor. İnsanın dünyaya bakış açısı ve vizyonu daha farklı oluyor. Bilhassa bunu Amerika için söylüyorum. Mümkün olsa da gençlerimiz daha çok sayıda benzer tecrübelerden yararlanabilseler. Yalnız, Avrupa bana bu heyecanı vermiyor… Avrupa’nın yabancılara bakış açısı daha farklı. Amerika öyle değil. Çünkü Amerika’da pek çok kişi yabancı kökenli… Amerika’da yaşamam, çalışmam ve Türkiye’ye gelip demin bahsettiğim kademeleri yavaş yavaş çıkıp Eczacıbaşı Topluluğu’nda bu noktalara gelmem aslında çok güzel olmuş…
Evet, Sevgili Sedat, gerçekten bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum.
Herkese nasip olacak şeyler değil çünkü bunlar. Bu nedenle, senin de bir bölümüne tanık olduğun iş hayatımda, bu noktalara gelirken daha farklı yollar izlemezdim gibime geliyor bugün…
Benim en kuvvetli taraflarımdan bir tanesi çok sosyal olmamdı. İnsan ilişkilerim zaten çok kuvvetliydi. Bu nedenle beşeri ilişkilerimde insanlarla ilişkilerimin iyi olmasının, iş hayatında yükselmemde bana çok katkısı olmuştur. İşimin yanı sıra mesela hobilerimin çok olması da hem iş hayatında, hem de sosyal hayatımda bana fazlasıyla avantaj sağlamıştır.
Düşün bir kere Sevgili Sedat, yurtdışına çıktığımda sadece 17 yaşındaydım.
O zamanlar cep telefonu olmadığı için, hatta telefon Türkiye’de zor bulunduğundan telefonda konuşmak zahmetli olduğu için annemin, babamın seslerini duymak, konuşmak çok zordu. Üstelik birbirinden ayrılmış bir çiftin çocuğuydum. Babam briçe çok düşkündü ve çok tanınmış bir briç oyuncusuydu. Bu merakı yüzünden babamı az görüyordum. Ne yazık ki babamı 21 yaşında kaybettim! Anneme çok yakındım, daha da yakın oldum. Amerika’dan Türkiye’ye dönme nedenlerim arasında annem de vardır…
Ben Türkiye’ye geri dönmek istiyorum dediğimde de annem gitmiş ve Bülent Eczacıbaşı’nı bulmuştu… Bülent Bey anneme randevu vermiş ve annem Bülent Bey’e “Oğlum Amerika’dan dönsün mü, dönmesin mi?” diye sormuş… Yüksek lisans yapmadan dönmemem önerisi doğrudan Bülent Bey’den gelmiş. “Çünkü yüksek lisans yapınca ayrıcalıklı oluyor” sözleriyle annemi ikna etmiş Bülent Bey.
İyi ki yüksek lisansımı tamamlayıp dönüp gelmişim, sevgili gençliğim.
Annemle böylesine yakınlık hissi içinde olmamıza rağmen, geriye dönüp baktığımda öyle çok yakın aile ilişkileri içinde olan biri olduğumu söyleyemem, sen de bilirsin… Yakındık ama değildik de sanki… Fiziksel olarak yakın değildik. Dayıma ve yengeme çok yakındım. Annem ve babam ayrıldığı zaman karmaşık bir dönem olduğu için üç yıl onlarla yaşadım. Bir ağabeyim var. Ağabeyim de Amerika’da yaşıyordu ve aslında bizler ailece çok sık bir araya gelemedik… Hem zamanın şartları, hem iletişim araçlarının yetersizliği bizim yakınlaşmamızı kolaylaştıracak durumda değildi.
Benim bir kızım var, buna kendini hazırlamalısın… Ama iki çocuğum olabilirdi… Biraz yola geç başladım bu anlamda. Çocuğum olduğunda ben 40 yaşımdaydım… Çocuk büyütmek gerçekten çok zor… Sanırım daha erken yaşlarımda çocuğum olmalıydı… Şimdi hesaplıyorum, kızım evlendiği zaman ben ileri yaşlarda olacağım. Bu durum beni biraz üzüyor açıkçası… Ama işten vakitli çıkarak, evde ailece yemek masasında olmamız benim açımdan, ailemle keyifli ve kaliteli zaman geçirebildiğim fırsatlar. Birlikte gezecek zamanlar da yaratabiliyoruz.
Şimdi sevgili gençliğim, sanırım en merak ettiğin konulardan söz edeceğim;
Yukarıda yazmıştım, benim bir kızım var. Önce çocuk sahibi olmanın pozitif yanlarını anlatmak isterim sana. Kızım daha ufacıkken topla oynamayı çok severdi. Pinpon, tenis gibi topla oynanan ne varsa oynamaya çalışırdı daha üç-dört yaşındayken. Ben de tenise çok meraklıydım ve bu zaten bizim planımızda olduğundan, onun seçimi olmaksızın, tenis oynamasına karar verdik. Aile yönlendirirse çocuklar küçük yaşta bir şeyler yapmaya başlıyor. Beş yaşındayken kızımı tenis kulübüne yazdırdım ve maya tuttu… Kızım İpek o günden bugüne neredeyse on yıl boyunca her gün tenis oynuyor. Artık tenis süresi haftada 15-20 saate kadar çıktı.
Onu izledikçe kızımla ne çok ortak yönümüz olduğunu keşfediyorum. Spor bizim ayrılmaz parçamız. İki defa İstanbul Babalar ve Kızlar Şampiyonası’nı biz kazandık, unutmadan söyleyeyim… Onun spora merakı önemli, üniversitesini etkileyecek bir karar. Biz kızımızın Amerika’da oldukça iyi bir okulda okumasını ve aynı zamanda okuduğu okulun tenis takımında oynamasını arzuluyoruz. Kızımız İpek’in tenis sayesinde Amerika’da üniversiteye gitme şansı çok yüksek. İnşallah seneye bu zamanlar herşey netleşmiş olacak. Şu aralar Amerika’ya gidebilmek için gerekenleri yapıyor. Ayrıca bol tenis oynaması gerekiyor ki teniste başarı gösterirse eğer o zaman Amerika’da iyi bir üniversiteye girme şansı oldukça artıyor. Bu yolda ilerliyoruz.
Onu spora yönlendirdiğimiz için, o da bu kulvarı seçtiği için çok mutluyum. Geriye dönüp, hatalı bir yönelişimiz olup olmadığını görmek için baktığımda “hayır, çok doğru yapmışız” diyebiliyorum. Çünkü ben Türkiye’deki okul sisteminin daha iyi olması gerektiğine inanıyorum. Zaten kendim de ÖSS’ye girmemiştim. Kızımızı da ÖSS’ye sokmayacağız ve bunun da onun için daha doğru olduğu kanısındayım hâlâ. Çünkü o yarış psikolojik olarak çocuğu çok yıpratıyor, aileyi de… Kızımla ilgili eksik bıraktıklarımızı düşündüğümde, maalesef benim gibi az kitap okuduğunu fark ediyorum. O da benim gibi fazla sosyal ve sonucu böyle oluyor galiba…
Ve Sevgili Sedat, seni daha çok meraklandırmak istemem…
Söylemeliyim ki hayatta istediğim birçok şeyi yaptım aslında… Çok çalıştım, ilerledim… Hayatımda mutluluğu yakaladım. Çocuğum oldu… Çok gezdim. Uzakdoğu’nun gitmediğim birkaç yeri kaldı. Bir de ilginç seyahatler var, Alaska gibi… Hayatımızın gelecek dönemlerinde bazı gemi seyahatlerine katılıp gezmek istiyoruz, eşim Hindistan’a gitmek istiyor. Bu nedenle ilk fırsatta Hindistan’a gideceğiz. İstanbul dışında yaşamak istediğim tek yer var, orası da İtalya… Çünkü onları bizim medenimiz olarak görüyorum. Bütün Akdeniz ülkeleri içinde bulunduğu karakteristiği yaşıyorlar. Yemekten, modadan, tabiattan, havadan tutun da, her şey güzel. Bir de medeniler. Hâlâ İtalya’ya gittiğimde çok heyecanlanırım.
Sevgili Sedat, şimdi sana bu mektubu yazarken, kendi gençliğime seslenirken, aslında bugün hâlâ gençliklerini yaşamakta olanlara da neler söylemek istediğimi de buldum. İzin verirsen eğer…
Esasında bugünün gençleri senin dönemine göre hem çok şanslılar hem de şansızlar… Ellerinin altında “internet” gibi bir dünya var, çok veri var, danışmanları var hayatı planlayabilmek için. Bizim zamanımızda bunlar yoktu. Ama aynı zamanda gençler şanssızlar da… Çünkü hayatlarında çok büyük, inanılmaz bir rekabet var… Eğitimleri rekabet üzerine kurulu, okullarından mezun olduklarında da korkunç bir yarış başlıyor ve bu yarış öyle bir gidiyor ki ancak bir şeyleri çok çok farklı yapanlar öne çıkıyor… Ben de farklılık yaratmaya önem veriyorum. Artık yüksek lisans yapmak, iyi İngilizce bilmek önemli farklılık yaratmıyor. Bunlar olması gereken sıradan nitelikler aslında. Kapıyı açmak için önce tabii ki iyi bir eğitim alacak…
Ondan sonra da bir şeyleri farklı yapacak. Bütün bunlar bir yana gençlere ısrarla şunu söylemek isterim: ; “Ne yaparsanız yapın eğlenerek yapın. Yaptığınız işten keyif alın.”
Ben kendi hayatıma dönüp baktığımda aslında bazı şeylerden daha çok keyif alabilirmişim diye düşünüyorum. Mesela “şu okul bir bitse” diyoruz, okul bitiyor… Erkekler, “şu askerlik bitsin” diyor, o da bitiyor… “İş hayatı gelsin” diyorsunuz, geliyor ve geçiyor. Hayatımız hep “olsa” diyerek geçiyor… Aslında “bugünün” keyfini çıkarmak gerekmez mi? “Lisede okumaktan çok keyif alıyorum” diyeniniz var mı? Yok. Ama yıllar ilerleyip geriye dönüp baktığınızda “o lise günleri ne kadar da güzelmiş” demeyene rastlamak neredeyse mümkün değildir…
Kendime göre bazı doğrularım var Sevgili Sedat ve bugünün gençlerine tavsiyelerimi on temel anahtarda birleştirdim. Bakalım sen buna ne diyeceksin?
Bunlardan ilki; olumlu düşünme ve pozitif olma…Sürekli negatif olan bir insan belki arkadaşları tarafından idare edilir ancak iş hayatında böyle bir yaklaşıma yer yok. Gerçekleri kabullenmek lazım ama aynı zamanda da yapıcı eylemler ortaya koymak gerekir. Bunu yapabilmenin temelinde sevgi ve bilgi paylaşımı çok önemlidir. İş hayatında toplantılarda pozitif olunmalı. “Biz buna on kere baktık, olmaz” demektense, onbirinci kez bakmak gerekebilir.
İkincisi; özgüven... Kendisiyle alay edebilen bir insan aslında özgüven sahibidir. Özgüveni yüksek olan insanlar da hayatta başarıya daha yakın olan insanlardır. İş hayatında üst yönetimin daha çok dikkatini çeken insanlardır. Kendinize olan özgüveninizin seviyesinin başkalarının size olan özgüven seviyesinden daha yüksek olması da çok önemlidir. Bir zamanlar, Şakir Eczacıbaşı’nın bana verdiği bir pozisyonu, “devam ettiğim görevimde daha yararlı olacağımı düşündüğüm için” kibarca geri çevirmeye çalışmıştım. Fakat işte onun bana olan güveni o kadar fazlaymış ki, beni o göreve lâyık gördü. “Şu andan itibaren oranın genel müdürüsün” dedi ve ben ona bu nedenle minnet borçluyum. Anlatmak istediğimin en güzel örneği budur. Buna başka bir örnek de gençken kekemeliği nasıl yendiğimdir. Kekemeliğin geçmesi için çok konuşmak çok önemlidir ancak konuşmaya çekindikçe oluşan kısır döngüyü kekemeler çok iyi bilir. Ben Amerika’da master yaparken bu sorunumu aşmak için ders vermek üzere müracaat ettim ve bu sayede kekemeliği epey yendim.
Üçüncüsü ise esnekliktir. İnsanın tabii ki prensipleri olmalı, ama esnek de olmalı. Nejat Eczacıbaşı benden, eğitim gördüğüm Almanya’da ve Amerika’da ne öğrendiğimi tek cümle ile açıklamamı istemişti. Yanıtım “Almanya’da disiplini, Amerika’da esnekliği öğrendim” oldu… Gençler bence hayatınızdan “katiyen” kelimesini çıkarın. Özellikle iş hayatında… Hiç gerçekleşebileceğini düşünmediğiniz bir şey birden bire olabiliyor ve siz de çok zor durumda kalabiliyorsunuz. Geriye dönüp baktığımda benim zor günlerim geçmişte kaldı ama onların bana şimdi çok da faydası olduğunu gördüm. Örneğin ben Almanya’dayken çekler posta ile gider gelirdi. Çekler geç geldiği zamanlarda değişik işlerde çalıştım. Halbuki o ana kadar tenis oynamaktan başka bir şey yapmamıştım ve böyle çalışmaya da alışkın değildim. Ama şimdi görüyorum ki o zor dönemlerde mecburen çalışmak zorunda kalmam bana çok şey kazandırdı. Dolayısıyla insanlara diyorum ki, imkânınız olsa bile okul döneminde çalışın. İnsanlarla iletişim kurmanın, para kazanmanın ne kadar zor olduğunu öğrenin. Bu size geleceğiniz için avantaj sağlayacaktır.
Dördüncüsü sorumluluk alma… İş hayatında sorumluluk alanlar daha çok farkedilirler. Çoğu insan hata yapmaktan korktuğu için sorumluluk almıyor. İnsan hata yapabilir ama aynı hata bir daha tekrarlanmamalıdır. Cem Kozlu’nun Eczacıbaşı’nda yapmış olduğu bir konuşmada çok hoşuma giden şu sözünü hatırlıyorum; “Kurşun kalemin arkasında silgi var, çünkü hata yapılabilir. Ama o silginin boyu kurşun kaleme göre çok küçüktür, bu nedenle de az hata yapılmalıdır…”
Etkili iletişim… Etkili iletişimde dinlemek son derece önemlidir. Çoğu insan dinleyemiyor. Ben bir eğitimde çok güzel bir tanımlama duydum: “paralel monolog”. Siz bir şey söylüyorsunuz, başkası farklı bir şey anlatmaya başlıyor.. Bunun için gençlere diyorum ki paralel monologcu olmayın, dinleyin. Ben de “keşke” daha çok dinleseydim derim. Etkili iletişimde benim çok önem verdiğim bir konudur bu. Diğer bir konuda İngilizce’nin önemi; İngilizce artık bir dünya ana lisanı olduğu için başarıya ulaşmak isteyen herkesin çok iyi seviyede bu dili bilmesi gerekiyor. Gençlerin bunu halledip mümkünse başka dilleri de öğrenmesi gerekiyor… Ayrıca etkili iletişim için iyi sunum yapabilmeli kişiler. İnsan gençken sunum tekniği eğitimi almalı. Bunlar iş hayatında çok etkili şeylerdir. Ben de “keşke” çok daha önce diksiyon ve etkili sunum tekniği eğitimi alsaydım. Ben kırklı yaşlarda aldım bu eğitimi.
İlişki ağları… Hayatta her şey ilişkiyle yürür. Başka insanlara kendinizi tanıtmanız, kabul ettirmeniz ve farklı olduğunuzu hissettirmeniz gerekiyor. Evet, Türkiye’de bir şey çok eksik. Gençler sivil toplum örgütlerinde yer almıyorlar, gönüllü işler yapılmıyor. Ancak insanların başına bir şeyler gelince belki bunlar yapılıyor. Örneğin Amerika’da halkın büyük yüzdesi gönüllü sivil toplum örgütlerinde çalışıyor. Burada da ilişki ağı çok yüksek oluyor. Benim en önemli “keşke”lerimden biri de budur… Bu gibi aktivitelerde keşke yirmili yaşlarda yer alsaymışım. Çoğu insana bakıyorum insanlarda cevap verme eksikliği var. İyi ilişki kurmak için cevapsız hiçbir şey bırakmamak gerek… Bir cevabın yoksa bile ara cevap verilmelidir. Bu hem özel hayatta hem de iş hayatından yeteri kadar önem verilmeyen bir konu.
Kalite… Bir iş sırf yapmış olmak için yapılmamalı. Ben geriye dönüp baktığımda -ki bunu şimdi kızım için de söylüyorum- “öğrencilik yıllarımızda baştan savma ödevler yapardık, sadece bitirmeyi düşünürdük.” Gençlere tavsiyem ne yapıyorlarsa kaliteli yapmaya çalışsınlar, detaylara önem versinler. Bunları yapabilen kişiler farklılık yaratabilen kişilerdir.
Mutlaka hedefler belirlenmeli… “Ben ne olmak istiyorum ve bu nedenle ne okumalıyım?” Bu sorunun yanıtını vermemiz lazım. Bu anlamda ben “keşke” gençken mesleki test alsaymışım… Ben biraz kolayına kaçtım aslında, hem üniversite öğrenimimde, hem de yüksek lisansımda. Lisede en iyi dersim kimya olduğu için kimya mühendisliği okumaya karar vermiştim ancak ilerleyen yıllarda bu branşın benim kişiliğim ile ne kadar zıt olduğunu çok net gördüm ve keşke başka bir alanda öğrenim görseymişim dedim…Master yapmak için de ağabeyim Florida’da yaşadığı için oraya gittim ve ona yakın bir okul seçmeye çalıştım. O zamanlar tenis hayatımın en önemli parçalarından biri olduğu için okulu seçerken tenis kortu olmayan okullardan uzak durdum… İnsan kendi kariyerini bilinçli yönlendirebilmeli. Hedefi iyi belirlemek, çalışmak ve kadere bırakmamak lazım…
“Önceliklendirme”… Bir eğitimde gördüğüm metodu sizlerle paylaşmak isterim; “Özel ve iş hayatınızda yapmak istediklerinizi dörde böleceksiniz: Önemli ve acil olanlar, önemli olup acil olmayanlar, acil olup önemli olmayanlar, hem acil hem önemli olmayanlar. Herşeye atlamayıp öncelikleri belirlemekte büyük yarar var. Birinci yani önemli ve acil bölümünde, sadece en hayati konular yer almalı, bunların da sayısı çok abartılı olmamalı, ancak bu bölüme giren işler de muhakkak zamanında yapılmalı. Bu nedenle zaman yönetimi de aslında son derece önemli. İnsanın gününü çok iyi planlaması gerekiyor.
Ve uygulama… Öncelikli tavsiyem hayatınızdan “yoğun” kelimesini çıkarmanızdır. Çok yoğunum deyip bir işi yapmaktan kaçınan insan esasında önceliklendirmelerini doğru olarak yapamıyor demektir. Genelde “bakarız, konuşuruz, değerlendiririz” diyen insanlardan pek eylem çıkmaz. Bu bakımdan sizin için önemli konularda “yapacağım” demek yerine “yaptım” demeyi tercih edin.
Sevgili Sedat,
Bu tavsiyelerin hepsine gençler uysa bile şu ikisi olmadan hiçbir şey olmaz: Dürüstlük ve insan sevgisi! İnsan sevmeyen birinin ileride başarılı olması mümkün değildir. Evde mutlu olmayan insanın işinde mutlu olması çok zordur. Ailenizle beraber olun. Ailece akşam yemeği yiyin. Hayatın müdahale edebileceğiniz tek anı içinde bulunduğunuz andır. Mutlu olmak, o anı yaşayabilmek ve hayattan keyif alabilmektir. Geçmiş için pişmanlık duyma, gelecekten korkma, yaşadığın anın keyfini çıkar ve kontrolü elinde tut!
Ben böyle sesleniyorum gençlere…
Nejat Eczacıbaşı ise şunu söyler: “Hobisi olan insandan korkma!” Hobi insana çok şey kazandırır. Benim çok hobim olduğu için emekli olmaktan hiç korkmuyorum. Hobilerim var ve keyifle o anı bekliyorum. Örneğin dans ediyorum, tenis oynuyorum, klasik arabalara ilgim var. Fakat ilginç hobilere “keşke” daha erken yaşlarda başlasaymışım, ancak kırklı yaşlarımda başladım… İnsanın yaşı ilerledikçe anlıyor ki iş hayatında en önemli konu mutluluk. Para ve unvan değil. Gençler buna biraz daha önem veriyorlar. Gerçekten mutlu çalışmanın ne kadar önemli olduğunu ilerleyen yıllarda anlıyorlar.. Ücret artışlarının bu mutluluğa oranla daha az önemli olduğunu görüyorlar. Türkiye’de kurumsallaşmanın öncü ve en başarılı örneklerinden biri olan Eczacıbaşı Topluluğu’nun, Eczacıbaşı Ailesi’nin sosyal sorumluluk çerçevesinde spora, sanata, bilime yaklaşımı; bunların her çalışanımız gibi, benim de iş yaşamımızın bir parçası olması heyecan ve mutluluğumuzu eksiltmiyor.